PK.546’da bir ülkücü öğretmenin, bizim neslimizin ağabeylerinden merhum Necdet Özkaya’nın Adana’da tutuşturduğu büyük bir idealin hikâyesini okuyacak ve mazinin kapısını aralayıp dünden bugüne bakacaksınız.
Dünde yani, 1970’li yıllarda Adana Türk Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği Adana Şubesi ve Adana Kültür Derneği çatısı altında bir araya gelmiş gençlerin bir “ocak ruhu” ile büyüklerinden aldıkları feyz ve ilhamla kısaca “Türk Milliyetçiliği Davası” diye özetleyebileceğimiz bir hizmet kervanına katılışlarının hikâyesini bulacaksınız.
Kitabı okurken farkında olmadan yükseköğrenim için gittiğim Bursa’da 1971 yılından itibaren yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Bursa Eğitim Enstitüsü Ülkü Ocağı’nın heykel civarında Osmangazi Caddesi matbaa çıkmazındaki bir eski binanın 3. katında tek odalı mekânını hatırladım. Hafif bir omuz darbesi ile kolayca açılıverecek eski kapısı, kırık camlarından ve eskimiş çerçeve kenarlarından içeriye soğukların girdiği, tek odalı bir ocak. Bir eski masa ve beş altı tane kırık dökük sandalye…
Daha sonraki yıllarda Türk Ülkücüler Teşkilatı ve Büyük Ülkü Derneği Bursa Şubelerine de mekân olan bu odada ne hayaller kurardık. Liseli gençleri burada toplar, sohbet eder, dergiler, kitaplar okurduk. Üniversiteli gençlerin seminer ve konferanslarını ise şimdilerde Bursa Büyükşehir Belediyesi Nikâh Salonu olan o tarihlerde Milliyetçi Öğretmenler Derneği Binası olarak kullanılan Setbaş’ı Köprüsünün hemen yanı başındaki binada veya Tophane’nin eteklerinde Eski Çarşı Polis Karakolunun hemen üzerindeki Şelale Aile Çay Bahçesi’nin camekânlı kapalı salonunda yapardık. Bu çalışmalarımızı bazen heykeldeki eğitim araçları salonun da bazen de Bursa Eğitim Enstitüsü’nün konferans salonunda gerçekleştirirdik.
Toplantılarımızın bir kısmında konuşmacılar bizzat arkadaşlarımızın kendileri olurken bir kısmında da İstanbul’dan, Ankara’dan hocalarımızı, ağabeylerimizi konuşmacı olarak davet ederdik.
Özellikle Setbaşı’ndaki dernekte akşamüzerleri ‘Gökderenin çağıltısı’ altında merhum S. Ahmet Arvasi Hoca’nın bir çağlayan misali coşkulu sohbetleri bizim için unutulmaz hatıralardı.
PK 546’daki kahramanlara gelince, bu kahramanların birçoğu hepimizin sanki yakından tanıdığı dost simalardır. Çünkü biz de aynı yüksek idealleri benimsemiş, benzer hayatları yaşadık.
Mesela, PK 546’daki Terzi İsmet Usta ile özellikle ihtiyaç sahibi ocaklı gençlere hiç para sormadan yemek yediren lokantacı Ali Karataş’ın Bankalar Lokantası bana hemen memleketim Afşin’deki Terzi merhum Mahmut Bardız Ağabeyi, Ülkü Terzihanesinde Hüseyin Demir’i, Elbistan’da Terzi Abdi Şener Usta’yı, Maraş’ta Hakkı Yaprak’ın Yaprak Kırtasiye’yi, Haydar Okur’un çayhanesini, Fidan Kardeşler Lokantasını, Bursa İnegöl’de daha sonra şehit edilen Terzi Hasan Usta’yı, Yenişehir’de Berber Nizamettin’i, Bursa’da Fırıncı Mustafa Yılmaz Ağabeyi, dükkânına yapılan silahlı baskın sonucu bir yeğenini şehit veren Halit Sivri Ağabeyin sayacı dükkanını, seferberlik yetimi merhum Bekir Altül Amcanın tenekeci dükkanını, Afyon’da merhum eski MHP il başkanı İhsan Bayrakçeken Ağebey’in Ülkü Terzihanesini, Bartın’da eski MHP ilçe başkanı Mustafa Bayrak Amca’nın saatçi dükkanını , Ankara’da Terzi Mustafa Tufan Yavaş Usta’nın terzi dükkanını, Dr.İskender Öksüz ağabeyin başkanlığını yaptığı KÜBİTEM i, İbrahim Metin ağabeyle Sadi Somuncu ağabeyin Töredevlet yayınevini, Erzurum’da merhum Nail Orhun’un Hemşin Pastanesini, Kor Hatem Emi’nin Terzihanesini, Balıkesir de Ecdad kitabevini ve belediye çay bahçesini,İzmir’de merhum Burhaneddin Semerkandlı ağabeyin Semerkand Lokantasını(parası olmayanında karnını doyurup gittiği), Ali Haydar Hoşgönül’ün matbaasını, Naci Kuşadalı Beyin kırtasiye dükkanını, Muhammer Karakoç’un terzi dükkanını, Bafra’da Turgut Gültekin’in manav dükkanını, Ağrı’da Şehit MHP İl Başkanı Kılıçarslan Ağa’nın otelini, İstanbul’da küllük kıraathanesi, Beyaz Saray’daki Ahmet Büyükkarabacak ağabeyin Milli Hareket Yayınevini, Sakin Öner’in Ergenekon Yayınevini, Kastamonu da ahşap oymacı Mehmet Ali Ustanın dükkanını, bekir dayının berber dükkanını, Çankırı da merhum diş hekimi Kemal Parıltı ağabeyin muayenehanesi, merhum MHP genel başkan yardımcısı Necati Asım Uslu ağabeyin eczanesini, merhum kitapçı İsmail’in dükkanını, Rıfat Şanlı’nın terzi dükkanını, Mürsel Mercan’nın toptan gıda dükkanını, Kayseri de Türk Kültür Derneği ve merhum Muzaffer Tok un sahaf dükkanını, Isparta da merhum Alparslan Türkeş in kayınbiraderi merhum Kemal Katırcıoğlu’nun kırtasiye dükkanını, Elazığ da Ziya Yıldırım’ın kırtasiye dükkanını, Diyarbakır da MHP eski il başkanı avukat Mustafa Güntay Aksu’nun yazıhanesini, İkinci Elazığ Caddesinde bozkurt kitap kırtasiye dükkanını, Sivas’ta merhum MHP eski il başkanı kabzımal Halil Çakmak’ın işyerini, merhum Turan Erdemli’nin 4 eylül lokantasını, Hakkı Okutan’ın berber dükkanını, merhum Nail emminin kahvehanesini ve bunun gibi yüzlerce fedakar insanları ve Türk Milliyetçiliği davasına hizmetlerini hatırlattı. Bu insanların da işyerleri, dükkânları ülkücülerin ortak mekânlarıydı. Mütevazı sofraları herkese açıktı. Gidenlere rahmet kalanlara selam olsun.
Türkiye’nin 1970’li yılları, çok büyük siyasî, idarî, fikrî çalkantılarının yaşandığı ve sistem tartışmalarının yapıldığı buhranlı yıllardır. 27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra arka arkaya gelen örtülü darbe teşebbüsleri, muhtıralar bir yandan demokratik hayatı kesintilere uğratıp siyasi kaoslara yol açarken, öbür yandan da 1961 Anayasasının getirmiş olduğu geniş hürriyet ortamında her türlü yabancı ideolojiler adeta cirit atıyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren değişik dernek ve kuruluşların çatısı altında faaliyet gösteren Türk Milliyetçileri ise özellikle 1965’lerden itibaren Alparslan Türkeş’in teşkilatçı ve karizmatik liderliği ve bilhassa Dündar Taşer’in emsalsiz öğretmenliği altında 40-50 yıldır görülmemiş bir birlik, hareket ve mücadele azmine kavuşmuştu.
Anadolu’dan tertemiz idraklerle gelen Türk gençleri, şu veya bu “izmlere” kapılmadan ‘yabancılaşmadan çağdaşlaşmanın mümkün olabileceğine işaretle yabancı ideolojilerin tuzaklarına düşmediler ve “Milliyetçi Büyük Türkiye”yi kurmak gibi bir büyük sevdanın etrafında kenetlendiler.
Onlar için merhum Dündar Taşer “İpek eldiven içinde çelik yumruk” idiler derken merhum Türkeş Bey de ‘‘O kadar gençtiler ki, ne kadar büyük işler yaptıklarının farkında bile değildiler.’’ diyordu.
Davaları uğruna canlarını bile vermekten çekinmediler. Yaradan onların kumaşını galiba bayrakların kumaşıyla birlikte dokumuştu. Sütleri haysiyet ve feragatin imbiğinden geçmişti. “Maznun” oldular, “mahpus” oldular, “mağdur” oldular ama hep güzel kaldılar.
“‘Ocak’ kelimesinin Türkçedeki bütün güzel çağrışımları bir araya gelip onlara mekân olmuştu. Ocaklarını çerden çöpten çattılar, ocaklarını tüttürdüler, ocaklarını uyandırdılar, darda kalınca ocaklarına sığındılar, ocakları söndürüldü, ocaklarına incir ağacı dikildi. Lâkin bir araya gelip de inşa ettikleri bir ocak ruhu vardı; o ruhun ocağında kimse incir tutturamadı, yüreklerde bir yerde yanan o heyecanı kimse söndüremedi.
O eski ocaklılar şimdi nerede bir “ocak” lafı duysalar, kemiklerinin içindeki ilikleri titrer, gözleri parıldar, bir heyecan fırtınasına tutulur; ocaklı olmakla iftihar ederler.”
PK. 546, bu ülkücü neslin destani mücadelesinin, devirlerin iktidarlarının, 12 Eylül’ün cellatlarının baskılarına zulümlerine, kurşunlara, ceza evlerine, işkencelerine, idamlara rağmen davasından dönmeyen “Vatanın, ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun!” anlayışıyla devlete sadakatin, milletini bir aşk derecesinde sevmenin, vatana bağlılığın en güzel örneklerini anlatır.
Elinizdeki kitap “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diyen bir delikanlı neslin yüksek bir ruh, iman ve heyecanla varlığını Türk Milletine ve Türk İslam Ülküsüne adamış bir grup ülkücünün Adana ölçeğindeki mücadelelerini ve bu mücadelede öncülük eden Necdet Özkaya ve ailesinin -çevresinde verilen şehitlere, gazilere rağmen- yılmadan, yorulmadan davalarına hizmeti, yaşama gayesi bilen ülkücülerin hayatlarından bazı kesitleri sunmaktadır.
Emperyalistlerin bilhassa Sovyet 5. Kol ajanlarının ve onların kandırdığı bir kısım şaşkınların ölüm kusan silahlarına rağmen hak, hakikat yolundan ayrılmayarak:
“Ben milletimin uğruna adamışım kendimi,
Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa ben hakkı tutacağım,
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.”
düsturu ile unutulmayacak destani mücadeleler veren; acıları, çileleri, yoklukları, paylaşan, kahpe kurşunlara karşı arkadaşına siper olan, yoksul ama gururlu, tecrübesiz ama büyüklerine bile rehberlik edebilecek kadar mesuliyet sahibi, imrenilecek ve hasretle hatırlanacak kardeşlik, ülküdaşlık hukukunu yaşamış bir neslin hayat hikayesi…
Bu hikâye sadece Adana’da yaşanmamıştır. Edirne’den Kars’a, Trabzon’dan Mersin’e, Kırklareli’nden Gaziantep’e, İzmir’den Artvin’e yurdun dört bir köşesinde aynı destansı hikayeler yaşanmıştır.
Bu “yazılmamış destanlar”ın bir bölümünü güzel Türkçesi ile kitaplaştırarak tarihe not düşen değerli kardeşim, muhterem Mehmet Hayati Özkaya Bey’i can’ı gönülden kutluyorum.
Geliniz hep birlikte başta Necdet Özkaya ağabey olmak üzere Adana’daki Ülkücü, Milliyetçi mücadelede öncülük eden, bugün çoğu Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olan Faruk Akkülah, Mustafa Yılmazer, Ayhan Aksu, Sıtkı Keskin, Hülagü Balcılar, Mahmut Ünal, Recai Akalın, Yaşar İnanç, Hasan Çulhaoğlu, Ahmet Sofuoğlu, Ömer Şekerli, Nurettin Pakyürek ve Rüstem Kocadurmuşoğlu, şehit Öğretmen Tevfik Pampal, şehit Öğretmen Yavuz Özkaya, Adana cezaevinde tutukluyken alçakça şişlenerek şehit edilen Abdurrahman Kılıç, Hasan Hüseyin Akbaş, Aydın cezaevinde talihsiz bir kazada kaybettiğimiz Adana’nın yiğit delikanlılarından Yunus Uzun, Mamak’tan çıktıktan sonra çok yaşayamayan yine Adana’nın cesur yürekli dava adamlarından Muhtar Sezai ve isimlerini sayamadığım yüzlerce ülkücü şehidin, Adana’daki ülkücü milliyetçi mücadeleye damgasını vuran meçhul kahramanlardan ahiret yurduna göçenlerin aziz ruhlarına birer Fatiha gönderelim.
*Mehmet Hayati Özkaya P.K:546 İdealist Bir Neslin Hikayesi, Ötüken Neşriyat, 3. Baskı, Ekim 2018.