TÜSİAD ve "Kurtarıcı" Derviş
Türkiye’nin “olağanüstü bir dönemden” geçtiği belirtilen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısı yapıldı. Siyasetin “akıl tutulmasından” kurtularak, ekonominin yerel seçime göre değil, küresel krize göre şekillendirilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Toplantıda, “Kritik bir ortamda siyasal çekişmeleri toplumun her kesimine yayarak siyaset sahnesindeki kutuplaşmanın, toplumsal bir ayrışmaya dönüştürüldüğü” ileri sürülerek, siyasetçiler arasında diyalog ve mutabakatın hayati derecede önemli olduğu vurgulandı. İlk adım olarak da, bir “Anayasa Konvansiyonu” nun kurulması ve “köklü bir anayasa değişikliği için mutabakat” ın sağlanması teklifi yapıldı. Bu mutabakatın, “Her yöndeki endişe ve korkuları gideren, siyaseti kilitleyecek boşlukları olmayan, temel değerlerimizi muhafaza etmeye devam eden bir anayasayı” öngörmesi istendi.
TÜSİAD’ın “Yeni bir anayasa” yerine, “mevcut anayasada köklü değişikliği” önermesi, AKP’nin gizlilik içinde yürüttüğü, adına da “sivil” dediği parti anayasa yerine, bütün toplumu kapsayacak “diyalog” ve “mutabakata” dayalı bir anayasayı “hayati önemde” görmesi, isabetli olmuştur. Mustafa Koç ve Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın konuşmalarından aldığımız derin endişeler bundan da ibaret değildir. Mesela; “Aynı gemide olma duygusu yitirilmeye başlandı. Türkiye kazananı olmayacak bir oyuna doğru ilerliyor” tespiti önemlidir. Yine, “Durum böyle devam ederse önümüzde yönetilmesi zor bir Türkiye olacaktır” uyarısı, alarm niteliği taşıyan bir feryat gibidir. Evet önce soralım, yoksa TÜSİAD millete mi dönüyor? Hatırlanacağı üzere yakın geçmişte aynı TÜSİAD; milletten kopuk, “sırça köşk” ten fetvalar veren, terörle ilgili bölücülerin işine yarayacak “reform” paketleri hazırlayan, parayla “yeni anayasa” yazdıran ve uygulanması için, kendince dayatmaya kalkışıp, 2. cumhuriyetçiler ve malum çevrelerden alkış alan bir konumdaydı. İnşallah, bu erken teşhisimizden dolayı mahcup olmayız. Böylece gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bizde de“milli tip işadamı” kimliğinin inşası için yol açılır.
Kemal Derviş sorunu
TÜSİAD’la ilgili bu tespitlerimize uygun düştüğünü söylemekte zorlandığımız ilk işaret, Kemal Derviş’in YİK toplantısına şeref konuğu olarak davet edilmiş olmasıdır. Yanlış anlaşılmaması için bunu biraz açalım. Eğer sorun, ilk defa tanıdığımız UNTP Başkanı bir Kemal Derviş’in YİK toplantısına katılmasından ibaret olsaydı, bunda hiçbir sakınca görmezdik. Ama önümüzde, 2001 krizinden sonra havadan paraşütle iner gibi gelip, siyasi dengelerimizi altüst eden, işi bitince de ABD’ye dönerek ödüllendirilen bir Derviş varsa iş değişir.
TÜSİAD bu tespite itiraz edebilir, Derviş başarılı bir program yaptı, ekonomi düzene girdi diyebilir. Ancak bu tartışılmaya muhtaç bir konudur. Nitekim TÜSİAD’ın, 1-2 yıldır uyarılarda bulunuyor, bugün feryat halinde ciddi tedbir alınmazsa “yönetilmesi zor bir Türkiye” geliyor demesi anlamlı değil mi? Bunlar, IMF’ye borçlarını ödemeye, yatırımları durdurmaya, işsizliğe, aşırı borçlanmaya, ağır dış ticaret açığına ve yabancı spekülatif sermayeye dayalı Derviş programının halini anlatmıyor mu? Türk ekonomisi, akıl almaz ölçüde küresel kontrole sokulmadı mı? İşte tam bu sırada programın mimarı Derviş koşarak geldi. Bakın ne diyor? “Ekonomide önemli bazı yol ayrımları önündeyiz. Önemli konular dünyada ve Türkiye’de önümüzde. Sorunlar çözüm bekliyor.” Kim çözecek? Söylüyor, “Ben çözerim.”
Açıkçası Derviş yeniden bir görev yüklenmiş. O da, 2001’de olduğu gibi ekonomik görünüşlü, ama “siyasi” görev. Bu siyasi görev ihtiyacı nereden çıkıyor? Açık değil mi? ABD kafayı İran ve Suriye’ye takmış. Hükümetten Irak’ta olduğunun ötesinde “uyum” (!) istiyor. İyi de, Türkiye bütünlüğü ve egemenliğini ciddi tehdit altına sokan Irak faciasından sonra iktidarın bir şey yapacak hali kaldı mı? Asla. Zorlama da fayda etmeyince, sanki bu işi yapacaklar aranıyor. Toplum mühendisliği başladı bile. Nasıl bulunacak, Derviş bunun neresinde bekleyip göreceğiz.
Sonuç: TÜSİAD biraz daha derinden düşünmeli ve “Papaz her zaman pilav yemez” diyerek, sorumluluğunun gereğini üstlenmelidir.