Türklüğün ata boyu Oğuzlar'ın serüveni 07-05-2018

Türklüğün ata boyu Oğuzlar'ın serüveni 07-05-2018

07-05-2018

Merhum Prof. Dr. Faruk Sümer'in üniversitelerde yıllarca ders kitabı olarak da okutulan "Oğuzlar (Türkmenler) / Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları" milli geçmişimizin köklerini ortaya koyan abide eserlerden biri. Prof. Dr. Faruk Sümer'in "Yazdığım ilk ve son eserim" dediği ve ilk kez 1965 yılında yayınlanan kitap üç bölümden oluşmakta. "Oğuzlar (Türkmenler) / Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları" adlı eserin sonunda Türkmen oymaklarıyla ilgili listeler bulunuyor. "Oğuzların Tarihi" başlıklı ilk bölümde Oğuzların adı, tarih sahnesine çıkışları ve tarihî seyirlerinden bahsedildikten sonra batıdaki Seyhun'a göçen Oğuzların tarihleri ve kültürleri ele alınıyor. Daha sonra Selçuklular devrinde Oğuzlar veya Türkmenler yöre yöre inceleniyor. Bu bölümde Moğol İstilasına kadar yayılma alanlarına göre Oğuzlar, bilhassa Anadolu Türklüğü bakımından mükemmel bir üslupla dile getiriliyor.

"Boy Teşkilâtı ve Boylar" bölümünde Türk kaynaklarında zikredilen Oğuz boyları tek tek tahlil edilmiş ve boy yapılarının ortaya çıkarılmasına gayret ediliyor.

"Destanlar" bölümünde ise Oğuzlara dâir destanlar kapsamlı biçimde ele alınıp Oğuzların ve elbette ki Türklerin maddi ve manevi dünyasına ışık tutuluyor.

Ekler kısmına koyulan Anadolu ve Suriye'deki Türkmen Oymakları ile ilgili listeler, bu ebedî çalışmanın istifade edilebilirliğini artırıyor. Eserin sonundaki dizin ve haritalar gayet iyi hazırlanmış olup okuyucuya hemen her bakımdan yol gösteriyor.

Oğuzlar, bugün olduğu gibi erken tarihlerinde de devlet kuruculuğu ve diğer boylar üzerindeki baskınlığı ile daima umumî Türklük bedeni ile bir tutulmuştur. Eski Türk Yazıtları'nda Gök-Türk Kağanlığı'ndaki Oğuzlar ile Gök-Türkler arasında ayrım yapılmadığı ve hatta kağanlığın temelini Oğuzların teşkil ettiği görülmektedir. Oğuzları etnik bir topluluk gibi değerlendirmek isteyenler çıkmışsa da Oğuzların, siyasî mahiyetli Türk adıyla aynı olduğu, ayrı bir etnik topluluğu teşkil etmediği açıktır. Gök-Türk Devleti, Aşina adlı eski bir Türk hükümdar âilesi tarafından etraftaki Türk kütlelerin boylar birliği yâni Oğuz hâline getirilmesiyle kurulmuştur. Çin kaynaklarına göre VI.-VII. yüzyıl Gök-Türk kütlesi doğrudan Oğuz kütlesinden gelmiştir. Bayırku, Bugu, Tongra, Sıkar, Hun gibi Dokuz Oğuz boyları, Gök-Türkleri meydana getiren topluluklardan başkası değildir. Gök-Türkler devri Çin kaynaklarında Oğuzların doğrudan adlarıyla kaydedilmeden Dokuz Kabile ("Jiu Xing") şeklinde Oğuz kelimesinin tercümesiyle yazılması, Türklerden (Gök-Türklerden) ibaret bir topluluğun ayrı bir adla belirtilmesine ihtiyaç olmadığını göstermektedir. Türk Yazıtları'ndaki "Türk bodun" tâbiri, şüphe yok ki kağana bağlı kütlelerin ve elbette ki Oğuzların önemli bir kısmını ifade etmektedir. Yazıtlarda kağan "Oğuz budunu Türk budunundan idi" demektedir. Oğuz adı, etnik bir ad olmayıp siyasî mahiyetlidir ve "boylar birliği" demektir.

VI. yüzyıldan itibaren Gök-Türk Kağanlığı çatısı altında toplanan boylardan bir kısmı, 630 yılında başlayan fetret devrinde kendi aralarında toplanarak Tola-Selenge Irmakları havalisinde Doğuz Oğuz Kağanlığı'nı kurdular.

Yazıtlara göre Oğuzlar, Tula (Tugla) boylarında, ırmağın kuzeye doğru kıvrıldığı yerde yaşıyorlardı. Tariflere göre onlar kuzeyde yaşıyorlardı ve doğularında Tatarlar vardı. Uygur Kağanlığı kurulduktan sonra Bayan Çor (Moyen Çor) tegin iken Dokuz Oğuzları topladı, fakat Sekiz Oğuz birliğini meydana getiren boylarla savaştı. Bayan Çor kağan olduktan sonra ise Otuz Tatarlarla ittifak eden Oğuzları Burgu'da ve Selenge kıyısında mağlup etti. Bunun üzerine Oğuzlar Selenge'yi geçerek çekildiler. Bu hadiseden sonra kağanlık topraklarında Oğuzlarla ilgili detaylı bilgiye rastlanmamaktadır.

Oğuzlar X. yüzyılın ilk yarısında kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurdular. Bu devlete Oğuz Yabgu Devleti adı verilmektedir. Batıda Peçenek ve Hazarlarla daimi savaş içinde olan doğuda Karluklar ve içlerinde ise yerli Afrîgî Hanedanı ile mücadele hâlindeydi. Yabgu Devleti'nin çöküşü üzerine Oğuzların kalabalık bir kısmı Karadeniz'in kuzeyinden batıya giderek Uzları, diğer bir kısım Cend bölgesine, oradan da Horasan'a ve sonra Anadolu'ya göçerek Selçukluları teşkil etmiştir.

Oğuzlar Türk adı yanında, yine siyasî bir adlandırma olarak "Türkmen" adını da taşıyorlardı ve artık İslâmlaşan topraklara geldikten sonra İslâm kaynaklarında bu adla anılmışlardır.

TDAV Yayınları Tel:(0212) 511 10 06

***

KÜTÜPHANEMDEN

En kolay devlet kuran bir millet

Azerbaycan Kültür Derneği'nin 1986'da yayınladığı "Türk Devletleri Tarihi / Etnolojik Bir Deneme" adlı kitabın önsözünde Prof. Dr. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun çarpıcı bir yazısı yer alıyor. Özetini aktaracağım bu yazıda Baltacıoğlu peşpeşe soruyor:

"Hangi millet dilinin kökleri Türkçe'nin kökleri kadar zengindir? Hangi millet dilinin ekleri Türkçe'nin ekleri kadar üreticidir? Hangi milletin efsanesi Oğuz Efsanesi kadar zengindir? Hangi milletin mimarlığı klasik Türk mimarisi kadar insancıdır? Hangi milletin tiyatrosu Türk halk oyunları kadar özlüdür? Hangi milletin halk mizahı Nasrettin Hoca'nın mizahı kadar canlıdır?"

Tüm bu soruları Türk milletinin büyüklüğünü vurgulamak için sıralayan Baltacıoğlu, büyük millet olmanın bazı kriterlerini de şu sözlerle özetler:

"Hangi millet sonsuz dil köklerine, dil eklerine sahip ise, hangi millet varlığın tümünü kendi eliyle adlandırabilirse o millet büyük millettir.

Hangi millet efsanede, mimarlıkta, tiyatroda, felsefede yaratıcı ise o millet büyük millettir"

Şükrü Kaya Seferoğlu ve Adnan Müderrisoğlu'nun "Türk Devletleri Tarihi / Etnolojik Bir Deneme" adlı çalışması da Türk milletinin büyüklüğünü çeşitli yönleriyle ortaya koymak amacıyla hazırlanmış bir eser. Kitapta Türk etimolojisi ve ilişkilerine dair geniş bilgilere yer verilmiş. Doğu Anadolu Türklüğü'nün hangi boylardan, oymaklardan ve uruğlarından meydana geldiği ayrıntılı olarak anlatılıp kurdukları devletler, Türk devletleri tarihi kapsamında incelenmekte. Kitaba sözbaşı yazan Prof. Dr. Abdülhaluk Çay ise milli meselelere ilmi zeminde çözüm arama gayretini bu çalışmada görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiriyor.

(Ahmet Yabuloğlu)

***

HAFTANIN KİTABI

Enver Hoca ve sonrası

Araştırmacı yazar, tarihçi ve değerli diplomat Emekli Büyükelçi Bilal N. Şimşir, "Türkiye-Arnavutluk İlişkileri Büyükelçilik Anıları (1985-1988)" adlı yeni kitabında, görev yaptığı dönemin Arnavutluk'unu şöyle özetliyor:

O yıllardaki Arnavutluk, bugünkü Arnavutluk'tan çok farklıydı. Ülkeyi kırk yıl demir yumrukla hükmetmiş olan Enver Hoca, benim Tirana'ya varışımdan altı ay kadar önce ölmüştü. Ama onun bütün kadrosu iktidarda ve kurduğu rejim de ayakta idi. Baştan başa iki sıra tel örgülerle çevrilmiş, midye gibi içine kapanmış, kuş uçurmaz, kervan geçirmez bir ülkeydi o zamanki Arnavutluk. Arnavut polisi herkese kuşkuyla bakardı, kendi halkına da bizlere de göz açtırmaz, nefes aldırmazdı. Ülkede çıt çıkmaz, yaprak kımıldamazdı. Rejim, zavallı Arnavut halkına âdeta kan kustururdu, ama "kızılcık şerbeti içirdim" derdi. Yeryüzünde bu tür ülkelerin son numunesiydi Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti. Kuzey Kore bir, Arnavutluk iki... Dünyada bu kadar kapalı ve bu kadar sıkı bir üçüncü ülke yoktu sanırım.

Tarihçi Kitabevi Tel:(0216) 418 68 86

***

Yeni bir dini kabullenme

Yatağanoğlu Alimcan, "Türklerin İslamlaşma Serüveni"nde, Türklerin Şamanizm'den İslam'a geçiş dönemini ve bu dönemin günümüzdeki yansımalarını inceliyor. Kanla yazılan bu dönemi İslam öncesi Türklerin Gök Tanrı dini Şamanizm'den başlayarak tarihsel süreç eşliğinde anlatıyor. Kadının Türklerdeki eşit ve saygın konumunu irdeleyen yazar, İslamlaşma ile birlikte başlayan bağnazlığı hadis ve sureleri baz alarak eleştiriyor. Ayrıca Şamanizm ile Alevilik arasındaki yapısal ve tarihsel ilişkilere de yer veriyor. Babası, Alevi dergâhında 60 yıl "Gözcü Babalık" yapmış ve kendisi de Alevi Ocağında yetişmiş olan yazar, bu kitabıyla "aklın" ve "bilimin" egemen olacağı bir dünya arzusunu da dile getiriyor.

Berfin Yayınları Tel:(0212) 513 79 00