Türklerin türeyiş efsaneleri: Alp Kara Arslan
14. yüzyılda Mısır'da yaşamış Türk tarihçisi Aybek oğlu Abdullah oğlu Ebûbekir'in iki tarih kitabı vardır. Tek ciltlik olanın adı kısaca Dürerü't-Ticân'dır. Dokuz ciltlik olanı ise Kenzü'd-Dürer adını taşır.
Ebûbekir, geçen yazımdaki "İlk Atalar" efsanesini Ulu Han Ata Bitigçi adlı bir eserden aktarmıştı. Dürerü't-Ticân'a göre, şimdi aktaracağım Alp Kara Arslan efsanesini de Ulu Han Ata Bitigçi'den aktarmıştır. Fakat Ebûbekir'in eserleri üzerinde 1974'te bir araştırma yapan Ulrich Haarmann'a göre Ebûbekir, Alp Kara Arslan efsanesini başka bir eserden nakletmiştir. Dokuz ciltlik Kenzü'd-Dürer'deki kayda dayanan Haarmann bu başka eserin yazarının adını da verir: Süleyman bin Abdülhak bin Pehlevân el-Âzerbaycânî.
Hangi kitaptan aktarılmış olursa olsun Ebûbekir'in iki eserinde de Alp Kara Arslan efsanesi vardır. Kâzım Yaşar Kopraman'ın Dürerü't-Ticân'dan yaptığı tercümeye dayanarak bu efsaneyi de özetliyorum.
Ulu Kara Tağçı'dan akan ırmakların suladığı topraklardan çok uzakta Tibet adlı bir ülke vardı. En iyi misk, bu ülkede yaşayan ceylanlardan elde edilir. Bu ülkedeki hamile bir kadın, odun toplamaya çıkmıştır; vadilerde dolaşmaktadır. O sırada çocuğunu doğurur. Onu sarıp taşımak için ot toplarken bir kartal gelir ve çocuğu kaparak havalanır. Uzaklaşır ve dağın eteklerinde çocuğu düşürür. Çocuk, yeni doğmuş bulunan iki aslan yavrusunun yanına düşmüştür. Aslan onu da kendi yavrusu zanneder; gerçek yavrularıyla birlikte onu da emzirip büyütür. Oğlan büyüyüp güçlü bir delikanlı olur. Yüzü aslanların yüzüne benzer. O kadar güçlüdür ki aslanları bile parçalar.
Günlerden bir gün bu delikanlı, yedi âdemoğlu görür. Üç kadın, üç erkek, bir de genç kız. Yırtıcı aslanlar, bunların etrafını çevirmiş, parçalamak üzeredirler. Delikanlı onları kendine benzetir, insanlık içgüdüsü uyanır. Yerinden kalkıp diğer aslanlara kükrer. Aslanlar ondan korkup kaçarlar.
Kurtulan yedi kişi, aslana benzeyen delikanlının önünde yere kapanırlar. Delikanlı onlara yaklaşır ve eliyle yoklar. Bir onlara, bir kendisine bakar. Onları kendisine benzetir ve yakınlık duyar. Onlar da delikanlıya yakınlık duyar. Delikanlıya seslenirler. Delikanlı bir şey anlamaz. Fakat yine onlara yakınlık göstermeye devam eder. Avladığı hayvanları onlara verir. Onlar da eti ateşte kızartırlar. Delikanlı yer ve beğenir.
Delikanlı bir süre sonra onların söylediklerini anlamaya başlar. Genç kıza takılır ve onunla beraber olur. Kız hamile kalır. Dillerini öğrenince delikanlı sorular sorar. Onlar da dünyada kendilerine benzeyen başka insanlar bulunduğunu anlatırlar. "Niçin onlara rastlamadım?" sorusuna da "Biz uzak bir ülkedeniz, biz Tatarız." diye cevap verirler; "Tatar, yolunu kaybetmiş demektir." diye eklerler.
Delikanlıya Alp Kara Arslan Belçükçi adını verirler. Bunun anlamı "kara aslanın yavrusu"dur. Hamile kız da bir oğlan doğurur. Ona da Tatar Han adını verirler. Tatar Han, "Türk kamışı"nı yapan ilk kişidir. Türkçede ona sabsagu derler. Tatar Han'ın da üç çocuğu olur: Çingiz Han, Oğuz Han, Altun Han. Bu üçü Tatarların en eski köküdür.
Efsane, bazı okuyuculara yabancı gelmemiş olmalıdır. Çünkü Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun Çağlayanlar eserindeki "Alpaslan Masalı"na benzemektedir. Müftüoğlu'nun bu efsaneden esinlendiğine ilk defa 1925'te Zeki Velidi Togan "Türk Efsanelerinde Millî Alametler" makalesinin bir notunda temas etmiştir. 2010 yılında Bilge Ercilasun "Ahmet Hikmet ve 'Alparslan Masalı'" adlı makalesinde efsaneyle hikâyeyi karşılaştırmıştır (Dergâh Yayınları'ndan çıkan Türk Roman ve Hikâyesi Üzerine kitabında).
Efsanenin devamında Çengiz Kağan'a kadar gelinir. 13.-14. asırların eserlerinde Moğollar da Türk soyundan kabul edilmektedir. Efsanede de görüldüğü gibi onların ataları da Türkçe adlar taşımakta ve Türkçe konuşmaktadırlar. Yaptıkları "Türk kamışı"na Türkçe sabsagu demektedirler. Sabsagu, Dîvânu Lugati't-Türk'te sıbızgu, Kazakçada sıbızğı, Batı Anadolu'da sipsi'dir.
Toprağın altından bizi birbirimize bağlayan ne çok şey var!