Türklerde kadın / Güneyhan Rüzgar

Türklerde kadın / Güneyhan Rüzgar

Kadınlarımızın kendilerini özgürce var ettikleri bir ülke kurmak, atalarımızdan miras bir anlayıştır. Atatürk, bu anlayışın gereğini yerine getirip Türk kadınına tüm haklarını geri verirken gerçekte “Umay”ları “İl Bilge”leri özgürleştirmiştir.

Orta Anadolu’nun bozkırlarında ya da Doğu’nun yalçın dağlarla dolu yüksek yaylalarında gezindiniz mi bilmem. Orta ve Doğu Anadolu, Türkeli’ne benzer. Gözünüzün önüne kişioğlunda sonsuzluk duygusu uyandıran uçsuz bucaksız, ağaçsız, ot bitmez topraklar getirin. Türkeli’nin göbeğindesiniz.


Türkeli’nde dağların doruklarından yamaçlara indikçe kayın ağırlıklı orman kuşağı bozkıra, bozkırsa yamaçlardan düze Doğu Türkeli’nin içlerine uzandıkça çöle döner. Sibirya’da ise taygalara uzanır.

Çok kısa bir mesafede bile yalnızca hava değil iklim, bitki örtüsü ve yaşam biçimi büsbütün değişir.

Türklerin doğdukları coğrafya işte böylesine çetindir.

Bozkır güvencenin olmadığı bir yerdir. Ne yaparsanız yapın çıplaklık duygusundan kurtulamazsınız. Sürekli çevrenizi kollarsınız. Gizlenebileceğiniz sığınabileceğiniz bir yer yoktur. Savunmasızsınızdır.

Güvensizlik ve savunmasızlık duygusu Türklerin tüm kişiliğini, davranış yapısını, yaşama bakışını kökünden biçimlendirmiştir.

Bozkırın acımasızlığında herkes, her an, her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olmalıdır. Bu yüzden Eski Türkler arasında şu iş “kadın işi”dir, bu iş “erkek işi”dir gibi bir olguyla karşılaşılmaz. Obadaki herkes, her işten anlamalı ve bir başına kaldığında kendini çekip çevirebilmelidir.

Eski Türkler anaerkil değillerdir, ancak ataerkil de değillerdir. Eski Türkler tam da olması gerektiği gibi kadınla erkeğin yaşamın bütün alanlarında tümden eşit olduğu bir anlayışın egemenliğindedir.

Çocuk bakmak ve büyütmek bir başına kadının işi olmadığı gibi, savaşmak da yalnızca erkeklere özgü değildir.

Türkeli’ndeki kurganlardan savaşçı kadınların iskeletleri de çıkarılmıştır. Amazonların ve İskandinavlardaki “Valkür”lerin esin kaynağı Kıpçak Bozkırı’nda yüzyıllarca at koşturmuş savaşçı Türk kadınlarıdır.

Ünlü katunlarımızdan Türkçesiyle Temür Katun, Yunancasıyla Tomris, Türklerde kadının ne kadar önemli bir konumda olduğunun açık belgesidir.

Eski Türklerde “Kagan”ın sanı “yurt kuran” anlamındaki “İl Etmiş” ya da “ulusu birleştiren” demek olan “İl Teriş” iken, “Katun”un sanı “yurdun, ulusun bilgesi” anlamına gelen “İl Bilge”dir.

Katun onaylamadıkça yarlıklar[1] buyruklar yasallık kazanmaz.

Katun, Umay’dan kut alır. Umay yurdun ve ulusun koruyucusu dişi bir “töz[2]”dür. Doğanın simgesidir. Sanatsal betimlemelerinden birisi kuştur. İslam çağında devlet kutunun simgesi “Huma” kuşuna dönüşmüştür.

“Devlet kuşu” deyiminin kaynağı Umay’dır.

Osmanlıların “imparatorluk” anlamında kullandıkları “Humayun” sözcüğü de yine “Huma”dan gelir.

Umay Türkler için öylesine önemlidir ki, “Yavru yavru Huma kuşu yükseklerden seslenir” diye başlayan Elazığ türküsünde binyılların yankısı dillenir. Hâlâ aramızda gezinir.

Yalnızca Umay mı? Türklerin “Türeyiş” söylencelerinde Türklere yaşam veren dişi bir bozkurttur. Kırgız anlatılarında kendilerini ölümün eşiğinden alıp yeniden var eden dişi geyik “Meral Ana”dır.

Bilge Kağan’a göre Türk kadını odalık olmak için değil ülke yönetmek, bütün bir ulusa bilgeliğiyle esin vermek için doğmuştur.

Türklerde alplık yalnızca erkeklere özgü değildir. Kadın alplarımız da vardır. Bu gelenekse Osmanlının emekleme çağlarında “Bacıyân-ı Rum” olarak karşımıza çıkar.

Türklerde kadın yaşamdır.

Atatürk’e göre toplumsal yaşamın her alanında kadının erkekle yan yana yer almadığı bir ülke gün gelir yok olur.

Kadınlarımızın kendilerini özgürce var ettikleri bir ülke kurmak, atalarımızdan miras bir anlayıştır. Atatürk, bu anlayışın gereğini yerine getirip Türk kadınına tüm haklarını geri verirken gerçekte “Umay”ları “İl Bilge”leri özgürleştirmiştir.

 

[1]Yarlık Eski Türkçede ferman demektir.

[2]Töz, Eski Türkçede “ruh” anlamına gelir. Birincil anlamı ise “kök, köken, soy” dur. Felsefe terimi olaraksa “kendi kendisinde var olan” demektir.