Türkler gerçek dünyada yaşamıyor
Bu sene, ilk kez, çok önemli olduğunu sandığım bir şey keşfettim. Biz, Türk milleti, cam fanus içinde, olanları değil, olmayanları tartışıp, yaşam sanki mükemmel yürüyormuş gibi, somut olmayan, soyut şeyler üzerinde, yorum ve analiz yapıyoruz.
Örnek mi istiyorsunuz?
Alın size futbol. Alın size demokrasi, özgürlük. Alın size uygarlık, çağdaş eğitim. Alın size güvenlik ve de siyaset. Sayfalar dolusu örnek dökebilirim.
Şöyle bir gözlerinizi çevrenizde gezdirin, bakın bakalım, neler göreceksiniz. Sağlık hizmetlerinden, yediğiniz yemeğe, bindiğiniz otobüse kadar. Ama televizyonlara, gazetelere baktığınız zaman, konular olmayan bir dünyanın tartışması. Maçlardaki taraftarlar taraftar değil, gazetecileriniz, gazeteci değil. Yok, sevgili okurlarım, seyrettiğiniz veya yaşadığınızı sandığınız bir dünyada yaşamıyorsunuz. Yaşadığınız ortam gerçekte kötü, hem de çok kötü.
Bir zamanlar bir film vardı, başrollerini Jim Carey’inin oynadığı “The Truman Show”. 1999 yılında vizyona giren bu filmde, doğumundan itibaren, 30 yaşına gelen bir gencin yaşamı, televizyon dizisi olarak, 24 saat yayınlanır. Filmdeki adıyla Truman, gerçek dünyanın dışında, yapma bir alanda yetişir. Okul arkadaşlarından, sokaktaki polise kadar herkes oyuncudur. Ne zaman ki bir kıza âşık olur Truman, o zaman ailesi ile çevresindeki her şeyin sahte olduğunu fark eder. Sonra da gerçek dünyaya ulaşmak için, çaba harcar.
Ben de, Türkiye’deki gelişmeleri ve halkın yaşadığı ortamın, sözünü ettiğim filmdeki kadar olmasa da, gerçek olamayacak kadar, sahte olduğuna inanıyorum. Durumun gerçek olmadığını ve halkın, afyonlanmış gibi, duman altı olduğunu, yurt dışından gelen herkes görüyor. Benim gibi, ABD ve Avrupa’dan gelen, en az 10 kişi ile konuştum. Herkes hayretler içinde. Hem atılan yalanlara, hem de bu yalanlara kanıp, kulağının üstüne yatan halka şaşıyorlar.
Gün geçtikçe ileri koşan dünyanın çizgisinden, geriye doğru hızla uzaklaşan bir ülke için, acı verici bir durum.
***
Gelelim Abdullah Bey’in ABD maceralarına. Daha önce yazdığım gibi, Beyefendi tarikatın büyük maddi ve manevi katkısı ile ABD basınına röportajlar verdi. Bunların ne kadarı yayınlanacak, hangi saatlerde ve sayfada yayınlanacak, çok merak ediyorum. Tayyip Erdoğan’dan daha uygar ve hoşgörülü olduğu mesajlarının yanı sıra, gelecek seçimlerde, destek arayışları var bu mesajlarda.
Yani açıkça, seçimi Türk seçmeninin değil de, patronun yapacağını bilen bir siyasetçinin girişimi. Beklediğimiz gibi, Gül’ün, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma, ajanslara bile girmedi, ama Türk basını Allah var, iyi değerlendirdi yani.
İktidardaki öteki tarikat, Nakşibendîler de salak değil. Onlar da önlemlerini alıyor. Her ne kadar, kamuoyunda PKK nedeniyle bir tepki olsa da, koalisyon ortağı olacak PKK’nın maske partisi ile tepişiyormuş gibi yapıp, tüm koşulları yerine getiriyorlar. Hani İsrail’e küfredip, çaktırmadan gece aynı yatağa girme oyununun aynısı.
Belki görmediniz ama geçenlerde Amerika merkezli İnsan Hakları için Doktorlar, PHR örgütü tarafından hazırlanan, 32 sayfalık bir rapor yayınlandı. Raporda Erdoğan hükümetinin, Şili’deki askeri darbeci Pinochet rejimi gibi, halka kötü davrandığı vurgulandı. Raporda 130 bin kapsül biber gazı atan polisin, özellikle ve kasıtlı olarak, halkı ve sağlık görevlilerini hedef aldığı anlatılıyor.
Rapor, güvenlik görevlilerinin, Gezi olaylarında, orantısız güç kullandığını ve sağlık görevlilerinin, görevlerini engellediğine de yer verdi. Türkiye’ye yollanan örgüt üyesi doktorlar tarafından hazırlanan rapor, Türkiye’ye, biber gazı satılmaması ve bu gazın kullanımının, yasaklanması da öneriliyor. Şimdi anladınız mı, Abdullah Gül’ün, New York’ta aniden Gezi olaylarında, orantısız güç kullanıldı şeklindeki açıklamasının nedenini.
Sevgili okurlarım, son sözlerim ekonomi üzerine. Her şeyi dışarıdan alan, kendisi üretmeyen, enerji bağımlısı bir ülkenin, dövizdeki artış nedeniyle çekeceği sıkıntıyı tahmin etmek, zor değil. Bu sıkıntı, gemicikleri ve AVM’leri olanlara yansımayacaktır eminim.









