Türkiye'yi yöneten siyaset!
Bu soruyu cevaplamak için, uzun uzadıya araştırmaya gerek yoktur. Siyasetçilerin, özellikle de yetkililerin ifadelerine ve davranışlarına bakmak yeterli olacaktır.
Ege'den başlayalım. Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri E. Alb. Ümit YALIM, belgelere dayanarak "ülkemize ait olan Ege'deki 18 ada ve bir kayalık, Yunanlılar tarafından alenen işgal edildi" diye yıllardır çırpınıyor. TSK, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı, Yunanlıların hava ve denizde egemenliğimize yönelik ihlallerini yayımlamıyor. Bu hayati konularda, anlamsız ve geçiştirici bir iki cümleden başka, hiçbir makamdan doğru dürüst bir açıklama yapılmamıştır. Sadece ağır bir suskunluk vardır.
Geçen hafta, Genelkurmay Başkanı Akar ve komutanlar Kardak kayalıkları civarını botla dolaşıyorlar. Yunan botlarının engelleme cüretinde bulunduğu bu gezi, Yunanistan'ı ve AB'yi ayağa kaldırıyor. Türkiye'nin Yunan karasularını ihlal ettiği suçlamaları yapılıyor. Ama Türkiye, yine suskun. Neden? Acaba iddia edildiği gibi, bu adaları Yunanistan'a mı bıraktık. Hatta Yunanistan'ın tek taraflı olarak karasularını 6 milden 12 mile çıkarmak suretiyle egemenlik alanını sınırlarımıza dayaması ve Ege denizini kapatması anlamına gelen bir anlaşma mı yaptık?
KKTC'ye geçelim. Mart başında, Türkiye'nin de yer alacağı 5'li konferans toplanacaktır. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, kamuoyunu sonuca hazırlamak üzere konuşuyor. Özetlersek; "Çözüm" için "Rum toprağını iade etmemiz, Türk askerini makul sayıya indirmemiz, Türkiye'den gelen suyu Rum kesimine de vermemiz gerekiyor. Yoksa çözüm olmaz." Soralım, Türkiye'nin izni olmadan Akıncı böyle konuşabilir mi? Bilhassa, Türkiye'ye ait olan Garanti ve İttifak Antlaşmaları bahsinde uluorta konuşması mümkün mü? Öte yandan "Rumlara ait, iade edilecek topraklar" ne demektir? Karpaz, Güzelyurt ve Kapalı Maraş (Cumhurbaşkanı Erdoğan "kapalı ve açık Maraş" ifadesini kullanmıştır) Rumlara verilince buralara 100 bin; KKTC'ye kalan bir avuç bölgeye de, mülklerine yerleşme bahanesiyle 60-70 bin Rum yerleşince iki bölgelilikten eser kalmayacaktır. Kurulacak federasyonda ise, Türkler eşit egemen ortak olmayınca azınlık durumuna düşecek ve adada yaşayamayacak duruma gelecektir. Kısacası, böyle bir durumda Kıbrıs Helen adasına dönüşecek ve Yunanistan'a katılacaktır. Doğu Akdeniz Türkiye'ye kapatılmış olacaktır.
Haçlı karargâhı AB kavgamız
Çok yazdık, AB projesinde Türkiye'ye bir cm kare yer yoktur. AB, 1999 Helsinki zirvesinde bize adaylık statüsü verdi. Konu hakkında Bakanlar Kurulunda özetle; "Adaylığımızla Kıbrıs ve Ege'nin ne ilgisi var? Yunanistan 1981'de üye olurken bile ona bu şartlar koşulmadı. Belgeden mutlaka çıkarılmalıdır. Ayrıca, AB'nin Doğu Anadolu'muzda yeni bir azınlık yaratma projesi vardır. Buna karşı kesin bir tavır koymalıyız. Aksi takdirde bütünlüğümüz çatlatılırsa büyük sıkıntıya düşeriz." diyerek karşı çıkmıştık. (Bu hususlar daha geniş olarak 2002'de yayımlanan 'AB Bitmeyen Yol' kitabımızda açıklanmıştır.) Daha sonraki yazılarımızda da, AB sevdasını bırakalım, AB'nin birçok ülke ile yaptığı "Tercihli Ticaret" anlaşması sitemine geçelim" teklifinde bulunmuştuk.
AB'nin haçlı merkezi olduğunu açıkça görmek için sadece 2004 ilerleme raporuna bakmamız yeterli olacaktır. Güpegündüz maytapla kutladığımız bu rapordan örnekler verelim: "Lozan'ı yeniden yorumlayın, Genelkurmay Başkanını Milli Savunma Bakanına bağlayın, Katolik ve Protestan topluluklara vakıf kurma hakkı tanınsın, Dini topluluklara tüzelkişilik verilsin, papazlara Türk vatandaşı olma zorunluluğu kaldırılsın, Ekümenlik sıfatı aleni kullanılsın, Öcalan yeniden yargılansın, Anadillerde kurs masraflarını devlet ödesin, Siyasi partiler Türkçe dışında dil kullanabilsin, Vakıf ve dernekler yurtdışındaki kuruluşlarla ilişki kursun, para yardımı alabilsin ve siyasi partilere para yardımı yapabilsin, Kürt azınlıklar diğer azınlıkların hak ve özgürlüklerinden tam olarak yararlansın, Rum kesimi tanınsın, Türkiye "işgal kuvvetlerini" bir an önce geri çeksin, Yunanistan'la Ege konusunda anlaşmaya varılsın, Ermenistan sınır kapısı açılsın, soykırım tanınsın, AB, Türkiye ve bölge ülkeleriyle ilişkilerinde, kayda değer Kürt azınlıklar ile AB'deki mevcut Kürt diasporasını dikkate alabilsin, vb.
AB'nin Türkiye bütünlüğüne karşı ileri sürdüğü bu şartların neredeyse tamamı yerine getirildi. AB ve Avrupa Parlamentosu'nun 15 yıldır terörist üssü olmasına göz yumduk. Ellerini güneydoğumuzdan hiç çekmediler. İçeride PKK ile yapılan gizli açık Habur, Oslo, İmralı ve Dolmabahçe mutabakatları ile bölücü terör sıfırdan zirveye tırmandı; Irak ve Suriye'den kuşatıldık. Bugün Merkel ile yapılan tartışmalarda yukarıdaki geçmişe bakmalıyız.
Öyle bir şekilde yönetiliyoruz ki, Ege ve Kıbrıs'ta çok zor durumdayız. Askerimiz Irak ve Suriye'de, Rusya ve İran ile uyuşmazlık içindeyiz. AB ve ABD ile kamuoyu önünde kavga halindeyiz. Önümüz oldukça karanlık.
Referandum dumanından etrafı göremiyoruz. Devletimizi, özetlenen bu siyasetin mimarına mı teslim edeceğiz?