Tarih 20 Haziran 1950, gazetelerin birincisi sayfasını süsleyen o haberin başlığı ise “İzmit’te korkunç bir yamyamlık vakası”… Haberi okuyan gözlerine inanamıyordu. Bugüne kadar ne böyle bir olay görülmüş nede duyulmuştu.
Dört kişi, 16 yaşındaki bir genci işkence ile öldürdükten sonra cesedini kazanda pişirip yemiş. Haberde katilerin anlatılış biçimi ise bir hayli ilginç. Haberde, o yamyamlar, “vücutlarının muhtelif yerlerinde dövme ile yapılmış birçok istavroz resimleriyle acayip mahluk resimleri taşıyan yamyam cinsinden siyahiler” olarak anlatılıyor…
Hasan Gezginci, Kasım Kuyumcu, Mehmet Kuyumcu ve Abid Çeviren adlı dört zanlı, Senegal kökenliydi. Erken yaşta Fransız ordusuna yazılan zanlılar, Hatay''ın Fransız yönetiminde olduğu dönemde bu kentte er olarak görev yapmış, Hatay Türkiye''ye bağlandıktan sonra da burada kalıp Türk vatandaşı olmuş ve isimlerini değiştirmişti. Vahşi cinayetin kurbanı ise civar köylerden birinde yaşayan 16 yaşındaki Rıfat Gürkan''dı. Habere göre, Rıfat''ın tek suçu Arifiye Köy Enstitüsü''ne kayıt yaptırıp yürüyerek evine dönerken yolda bu kişilere rastlamasıydı.
Ertesi gün olay tüm gazetelerin birinci sayfasındaydı ve bazı detaylar netleşiyordu. Dört zanlı ve aileleri, göçebe yaşam süren 40 kişilik bir "kabileydi" ve 16 çadırla Türkiye''yi köy köy dolaşıp kalaycılık yaparak geçiniyorlardı. Grubun liderliğini yapan ve cinayet zanlısı olan dört kişi, bir ay kadar önce sahte altın sattıkları gerekçesiyle tutuklanıp Kandıra Cezaevi''ne konulmuştu.
Tutuklanmalarından iki ay önce işledikleri iddia edilen cinayet ve yamyamlık olayı, bir görgü tanığının ifadesiyle yeni ortaya çıkmıştı.
Bu tanık, Bahri adlı 11 yaşında bir çocuktu. Zanlılar tarafından çok küçükken Adana''dan kaçırıldığını söyleyen Bahri, senelerdir kabileyle birlikte göçebe hayatı yaşıyor ve grubun ayak işlerini yapıyordu. Cinayeti ve yamyamlık iddialarını önce arkadaş olduğu köylü çocuklara anlatmış, olay jandarmanın kulağına gittikten sonra ifadesi alınmıştı. Olayın geçtiğini söylediği tarihle, grubun konakladığı yerin yakınlarındaki Kuyumculu Köyü''nden 16 yaşındaki Rıfat''ın aniden ortadan kaybolduğu tarih örtüşüyordu. Kurbanın yaşı ve dış görünüşüyle ilgili verdiği bilgiler de bu kişinin Rıfat olduğu şüphelerini güçlendirmişti.
Bahri''nin iddiasına göre zanlılar Rıfat''ın parasını gasp etmek istemiş, üzerinden çok az para çıkınca da sinirlenerek zavallı genci öldürmüşlerdi. Rıfat''ı tabancayla öldürdükten sonra ateş yakan zanlılar, cesedini kazanda pişirirken grubun tüm mensupları boyalar sürünüp vahşi danslar yapmış ve "insan eti ziyafetine bir bayram havası içinde iştirak etmişti".
Bu olayı gizlendiği yerden izleyen Bahri, daha sonra ateşin başına geldiğinde zanlılardan Mehmet Kuyumcu kendisine Rıfat''ın etinden bir parça uzatmış ve yemesi için ısrar etmişti. Küçük tanık Bahri, neden o zamana kadar konuşmadığı sorularına, "Beni de yerler diye korktum. Ancak grubun liderleri hapse girince cesaret edebildim" diyordu.
Bahri''ye göre, insan eti yemek bu insanlar için bir alışkanlıktı. Bahri bir yıl önce Eskişehir''de öldürülen genç kadını da çok iyi hatırlıyordu. Bu kurban, Bahri''nin "Bizim kabilenin en güzel kızıydı. Ona bütün çadırlardaki erkekler âşık idi. Öyle bir yürüyüşü ve giyinişi vardı ki... Beni daima dizine oturtur, yanık yanık türkü söylerdi" diye anlattığı 25 yaşındaki Hazine''ydi. Karasu''daki cinayetin zanlılarından Abid Çeviren, akrabası Hazine''yi Eskişehir''in Sivrihisar ilçesinde konakladıkları sırada kaza kurşunuyla öldürmüştü. Bahri''nin iddiasına göre kabile üyeleri Hazine''yi cesedinin bir bölümünü yemiş, ardından kalan kısmını ormana gömmüştü.
Karasu''daki olayda ise Rıfaf’ın cesedinin kalan parçalarının Sakarya Nehri''ne atıldığını söylüyordu Bahri. Ne yazık ki yamyamlık olayından sonra nehrin suları taşmış ve su baskınlarına yol açmıştı. Geri çekilen suların götürdüğü tahmin edilen cesedin bulunması çok güç görünse de yüzlerce asker ve köylü günlerdir cesedi arıyordu. Diğer yandan Bahri, Eskişehir''deki olay yerini ve Hazine''nin gömüldüğü yeri gösterebileceğini söylemişti. Ceset bulunursa zanlılar hakkında cinayet davası açılabilecekti.
Tüm bunlar olurken altın sahtekârlığından tutuklu dört sanık yeniden sorguya alındı. Önceki sorgularında altın sahtekârlığı suçlamasını kabul etmeyen zanlılar bu kez bu suçu üstleniyor ama cinayet ve yamyamlık iddialarını reddediyorlardı.
Bazı gazeteciler, zanlılarla Kandıra Cezaevi''nde görüştü. Bir muhabiri, yamyamlık iddiasının doğru olup olmadığını ve insan etinin tadını sorduğu zanlılardan Hasan''ın "hiç insan eti yenir mi?" dediğini, ancak ağzından bu sözler dökülürken gözlerinin "çok tatlıydı" der gibi baktığı iddiasındaydı.
Zanlılar, ayin yaptıklarını da reddediyor ve "Biz Müslümanız, oruç tutarız. Bayramdan başka ayin bilmeyiz" diyordu. Bir başka gazetenin muhabiri cezaevine yaptığı ziyaretin izlenimlerini şu satırlarla ifade etmişti: "Burunlarının uçlarıyla bakan ve kulaklarında mavi dövmeler bulunan bu şahısların bakışları da yüzleri kadar korkunçtu. Hepsi palabıyıklı olan şebekenin kendilerinden her türlü fenalık umulabilir bir hali vardı. Bunların tipleri, yaradılışları, hareketleri, konuşmaları, kötü tıynette adamlar olduğunu göstermekte idi.
Eskişehir''deki olayın duyulmasından bir gün sonra Hazine''nin cesedinin bulunması için çalışmalar başladı. Soruşturmayı yürüten savcı, ellerinde Bahri''nin anlatımlarını destekleyen çok sayıda delil olduğunu duyurdu, ama bu delillerin ne olduğunu açıklamadı. Bahri, aramaların daha ilk gününde Hazine''nin öldürüldüğü yeri gösterdi. Gerçekten de bölgede birilerinin bir süre önce konakladığı anlaşılıyordu. Cesedi aramak için asker takviyesi yapıldı ve tüm bölge abluka altına alındı. Aramaların ikinci gününde ormanlık alanda ellerinde kazma, kürek ve çuvallarla dolaşan iki siyahinin yakalanması, tabir caizse gündeme bomba gibi düştü. Bahri''nin görür görmez tanıdığı bu adamlar da kabile mensubuydu ve cezaevindeki zanlıların akrabasıydı.
Savcıya göre, iki şahıs cesedi güvenlik güçlerinden önce bulup yok etmeyi planlıyordu, ifadesi alınan zanlılar bunu kesin bir dille reddedip Hazine isminde bir kadını tanımadıklarını iddia etseler de tutuklanıp diğer akrabalarının yanına, Kandıra Cezaevi''ne gönderildiler.
Bu olaydan bir gün sonra aramalar sonuç verdi ve Bahri''nin gösterdiği yerin çok yakınında bir kadının kemikleri bulundu. Cesedi bulunan kadının sağ bacağı yoktu, Bahri ilk ifadesinde böyle bir detaydan söz etmemişti. Ancak, "Belki benim görmediğim bir anda bacağını kesip yemişlerdir" demesi herkesin aklına yattı. Gazeteler haberi "Talihsiz Hazine''nin cesedi bulundu" ve "Yamyamlar Hazine''nin bir bacağını yemişler" başlıklarıyla verdi.
Gelişmeler üzerine savcılık, göçebe grubun kalan üyelerinin de tutuklanmasını istedi. Çocuklar ve onlara bakması için bırakılan iki kadın dışındaki 16 kişi daha tutuklandı. Çadırlarda yapılan aramalarda, bir ekmeğin içine gizlenmiş bir silah bulundu ve iddialara göre bu silah Bahri''nin tarif ettiği cinayet silahının aynısıydı. Cezaevinde bulunan zanlılar da bir kez daha sorguya alındı. İlk gün zanlılar Hazine diye bir akrabaları olmadığında ve kimseyi öldürmediklerinde ısrarlıydı. Ancak ikinci gün aralarından biri, Kasım Kuyumcu, Hazine''yi öldürdüğünü itiraf etti. Yamyamlık iddiasını ise bir türlü kabul etmiyordu. Bahri, ilk ifadesinde cinayeti Abid Çeviren''in işlediğini söylemişti, ama şimdi, olay gerçekleştiği sırada havanın karanlık olduğunu ve öldürenin Kasım da olabileceğini söylüyordu. Savcıya göre taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu.
Hendek, Akçakoca, Gebze, Üsküdar ve Ankara''daki bazı kayıp çocuk vakalarıyla grubun adı geçen yerlerdeki konaklama tarihlerinin örtüşmesi, zanlıların başka cinayetlere de karıştığı şüphesi uyandırmıştı. Polis ve jandarma, kayıp çocuklarla göçebe grup arasında bağlantı kurmak için çalışmalara başladı.
24 Temmuz 1950''de, suçlu bulunmaları halinde idam edilmelerine kesin gözüyle bakılan altı cinayet-yamyamlık zanlısı Kandıra Cezaevi''nin duvarını delip firar ettiler. Birkaç gün sonra yakalanan zanlılar, hâlâ suçlu olmadıklarını söylüyor, "bir dağ başında aç susuz bulup sahip çıktıkları" Bahri''yi yalancılıkla suçluyordu.
Zanlıların tekrar yakalanmasıyla aynı gün Eskişehir''de bulunan cesetle ilgili inceleme tamamlandı. Ceset öldürülen Hazine''nin olamazdı, zira uzun yıllar önce gömülmüştü. Adli Tıp, ayrıca bu kişinin boynu kırılarak öldürüldüğünü ve vücudunda mermi yarasına rastlanmadığını da söyledi.
Ağustos ayının ilk haftasında daha da ilginç bir gelişme oldu ve Karasu''da öldürülüp yenildiği iddia edilen 16 yaşındaki Rıfat''ın babası jandarmaya başvurup, oğlundan bir mektup aldığını haber verdi. Ancak güvenlik güçleri mektubun gerçek olup olmadığından emin değildi ve yamyamları kurtarmak isteyen birilerinin sahte mektup hazırlamış olabileceğinden şüpheleniyorlardı. Mektupta Rıfat adres vermemiş ama İstanbul''da üniversite yakınlarında bir lokantada bulaşıkçılık yaptığını yazmıştı. İstanbul polisi Beyazıt’taki lokantalarda yaptığı küçük bir araştırma sonucu kendisini buldu, Rıfat yaşıyordu!
Yaklaşık iki aydır, tüm Türkiye kendisini konuşuyordu ama Rıfat gazete okumadığı için hiçbir şey duymamıştı. Ortadan kaybolmasının sebebi ise okula devam etmek istememesiydi. Ailesi okuması için ısrar edince kaydını yaptırmaya Arifiye Köy Enstitüsü''ne gitmiş, çıkışta eve dönmek yerine trene atlayıp İstanbul''a kaçmıştı. İş bulup kalacak yer ayarladıktan sonra ise ailesine mektup yazmış, yaşananlar için af dileyip artık İstanbul''da yaşayacağını söylemişti.
Peki, Rıfat ortaya çıktıysa yamyamların yediği genç kimdi? Bunu en iyi bilecek kişi görgü tanığı Bahri''ydi. Bahri bu kez herkesi şaşırttı ve daha önce anlattığı şeyleri başkasından duyduğunu söyledi. Bir gencin yamyamlar tarafından yenildiğini de, Hazine''nin öldürülüşünü de ona başkaları anlatmıştı. Ancak Bahri olayları kendisine anlatan kişilerin kim olduğunu da hatırlamıyor, hatta önceki ifadesinde kendisini dizine oturtup şarkı söylediğini anlattığı Hazine''yi de tanımadığını iddia ediyordu. Uzun lafın kısası, içerideki zanlılardan Kasım''ın polis baskısı yüzünden "kazayla öldürdüm ama yemedim" diye cinayetini üstlendiği Hazine diye biri yoktu ve hiç olmamıştı. Bahri''nin anlattığı diğer her şey gibi bu da hayal ürünüydü.
Türkiye tam iki ay bu konuyla yatıp kalkmıştı. Ertesi gün gazeteler, o güne kadar bu olayla ilgili yaptıkları en küçük habere imza attılar. Daha önce "Kocaeli yamyamları" ve "İzmit yamyamları" diye anılan zanlılardan "yamyamlık sanıkları" diye bahsedilen haberlere göre tüm tutuklular serbest bırakılmış, haklarındaki cinayet davası düşmüştü.
İki ay konuşulan olay; medyanın haber oluşturma özgürlüğü ile bireyin özel yaşamının çatışması temasının işlendiği Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru adlı romanı gibi bitti.
Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru''nun konusu şöyledir:
Almanya’da yaşayan Katharina Blum isimli bir kadın vardır. Anacığı ile yaşar. Güzel değildir. Hatta pek kimsenin dikkatini bile çekmez.70’li yıllardır. Tüm dünyada Sosyalizm rüzgarları esmektedir. İtalya’da Kızıl Tugaylar, Almanya’da “Baader-Meinhof” örgütü vardır. Bir gün Katharina’nın oturduğu apartmana bir kişi taşınır. Örgüt üyesidir ve kendini belli etmez. Bu sıradan ve yalnız Alman kadınına, ilk kez biri ilgi gösterir.Güzel olmayan bir kadına “Güzelsin” der. Hayatında ilk kez yüreğinde bir “Kıpraşma” hisseder..
Kapılır Katharina!
Fakat sokakta biri bu iki evi gözetlemektedir. Bir gazeteci. (Aslında gazeteci olduğunu sanan biri )Örgüt üyesinin peşindedir. Haber yapar tabii. Evi polisler basar. Katharina Blum göz altına alınır.
MANŞETLER YIKILIR ELBET
“Dişi militan yakalandı”, “Katilin dostu”, “Örgüt üyesi”, “Anarşist” vs vs
Günlerce sürer bu yargısız infaz manşetleri. Bu, büyük bir iftiradır ama sorgulamadan yayın yapar Alman medyası. Bir insanın hayatını karartırcasına, acımasızca…
Oysa o güne kadar, hiç kimsenin ilgi göstermediği sıradan bir Alman kadın ülkenin gündemindedir. Fakat, “yasal mermisi” belinde olan bir komiser ona inanır ve araştırır. Suçsuz olduğu ortaya çıkar Katharina’nın, serbest bırakılır ama adı bir kez çıkmıştır 8’e inmez 7’ye. Bakkaldan ekmek bile alamaz. Artık ona herkes anarşist bakmaktadır. Hayatı alt üst olmuştur ve derdini anlatamaz Katharina Blum..
Kısacası ortada, Katharina Blum’un çiğnenen onuru vardır. Polis ve Hukuk nezdinde aklansa bile Katharina Blum, yapılan haberler nedeniyle toplum gözünde suçludur.
Çaresizliğin zirvesidir bu. Sokaktaki o “gazeteci”, kurşun sıkan yalan haberlerine devam eder.Ve bir gün karşılaşırlar. O masum kızın daha da batışı başlar. Bu acı bir öyküdür…
Masum olduğu halde medya tarafından suçlu ilan edilmek…!!
Ve, toplumu buna inandırmak…