Bütün bu gelişmeler Türklerin kurdukları egemenliğin özelliklerinden kaynaklanıyordu. Kuvvet, hiç kuşkusuz çeşitli devletlerin kuruluşunda olduğu gibi genişlemesinde de önemli bir rol oynamıştır. Ama, genelde kaba kuvvetin etkisi, sınırlı bir süre hissedilebilmiştir. Fetih yapanlar, yenilen halkın niteliklerine göre değişen uzun ya da kısa süreler sonunda, egemenlikleri altına aldıkları topraklarda yaşayan halkı özümsemişler, o halkı, özümlemenin sağladığı yararlardan faydalandırmışlardır; böylece o insanların eski ülkelerine duydukları üzüntülü özlem duygusu hafifletilebilmiştir. Bu yaklaşım, kuvvet kullanarak orada bulunmaya devam eden ve fethettikleri topraklara tam olarak yerleşmeyenlerde görülmüyor. Türkler gittikleri yerlerde fatih, olarak kaldılar. Kuvvet kullanılarak kurulan ve öyle devam edebilen bir düzen, bu baskı eksiksiz sürdürülebilirse ancak yaşayabilir. Romen tarihçi Nic Yorga tarafından Napoli Ulusal Kitaplığı’nda bulunan çok ilgi çekici bir projede, Lutio adındaki bir İtalyan, 16. yüzyılın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu şiddete başvurularak kurulduğu için, görünüşünün aksine, sağlam bir temele dayanmadığını belirtiyordu.
Kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu Lutio’nun düşündüğünden daha uzun zaman yaşamıştır; ama bu devlet, Lutio’nun değindiği bozukluğu içinde hep taşımıştır.
Devletin çöküşü, bir ara, 18. yüzyılda Fransız diplomasisinin desteğiyle sağlanabilen Belgrad barışı sayesinde duraklamıştır; daha sonra İmparatorluk dış etkenler sonucu oluşan çeşitli koşullar nedeniyle yıkılmaktan kurtulmuştur; ancak, hiçbir zaman ciddi biçimde yeniden güçlenememiş ve 19. yüzyılda, kendi topraklarından koparak Avrupa’da kurulan devletlerin etkisiyle yıkılma noktasına ulaşmıştır. Bu, tarihin galiplere verdiği bir ders olsun.
Galipler, kendilerine düşen pay içinde bulunan, ancak özgür iradeleriyle kendi Devletlerine bağlanmamış olan halklara egemen olmuşlardır; bu halklar, kendilerine sorulmuş olsaydı, belki başka ulusal oluşumlar içinde bulunmak isteyebilirlerdi. Şimdi, bu yeni devletler, içlerinde yaşattıkları tüm halklara dürüst bir yönetim sunmak, hoşgörülü ve açık olmak, Türk egemenliği altında verilmeyen hakları sağlayarak kendilerini onlara kabul ettirmek durumundadır. Mösyö Djuvara’nın yazdığı bu kitabın ne kadar ilgi çekici olduğunu, telkin ettiği düşünceleri ve olaylardan alınacak dersleri vurgulamak amacıyla yeteri kadar anlattığımı sanıyorum; "Doğu Sorununun" ortaya çıkardığı tarihsel ya da siyasal konularla uğraşanlar, birçok ülkenin kitaplığında bulunan pek çok belgeyi toparlayarak yaptığı bu çalışma nedeniyle kendisine teşekkür borçludur. Yaptığı iş sadece belgeleri bir araya getirmekten ibaret değildir; bu projeleri, ortaya atıldıkları çerçeve içine yerleştirmiş, okuyucuyu özel olarak ilgilendiren noktalarda, ona kişisel araştırmalar yapma olanağını tanıyacak bazı referanslarla araştırmasını zenginleştirmiştir.