Türkiye'yi kim yönetiyor?
İmralı mahkûmu Öcalan konuşuyor: “Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; eğer bu sorunu (Kürt sorununu A.B.E.) çözmezsen, böyle sağa sola savurursan, yedi yıldır yaptığın gibi demagoji yaparsan, ciddiyetsiz davranırsan, durumun Özal’ın ölümünden kırk sekiz saat öncesi gibi olur. Özal’ın son kırk sekiz saat içinde başına ne getirildiyse sizin de başınıza getirebilirler. Cesaretli olmalısınız.” “Özal’ın Kürt sorununun çözümünde Amerika’nın verdiği rolü yerine getiremeyince tasfiye edildiğini ileri süren Öcalan, ‘AKP’nin durumu da buna benziyor. AKP’nin alternatifini de hazırlıyorlar’ iddiasında bulundu.” (Cumhuriyet, 07 Kasım 2009, s. 5). Aynı haber Yeniçağ’ın Pazar günkü nüshasında da birinci sayfada yer aldı.
Öcalan’ın iddiasının doğru olup olmadığı konusunda yetkililer bir açıklamada bulunmadı. Gerçekten Kürt sorununun çözümü konusunda ABD, Türkiye’ye bir “rol” vermiş midir? Açılım adı altında yapılanlar bunun sonucu mudur? Eğer böyleyse Türkiye’nin bağımsız olduğundan söz edilebilir mi? Eğer böyle değil de ifade edilenler Öcalan’ın zırvalarıysa yöneticiler niçin buna müsaade ediyor? Bir takım imtiyazlı müsaadeler sonunda mı Öcalan bu cür’eti kendinde bulup konuşuyor? Yoksa açılımdan mı cür’et buluyor? “ABD ve AB, savaş suçlusunu ağırlayan Türkiye’yi uyardı. Gül ‘onları ilgilendirmez’ dedi.” (Cumhuriyet, 07 Kasım 2009, s. 1). Aynı konuda bir haber daha: “AB’nin önceki gün Türkiye’nin El Beşir’e yaptığı davetin gözden geçirilmesi ve UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi A.B.E.) ile işbirliğine gitmesi çağrısında bulunmasına, Dışişleri Bakanlığı(nın) ’Türkiye UCM’nin Roma statüsüne taraf değil’ yanıtını” verdi (Yeniçağ, 8 Kasım 2009, s. 4).
Ne güzel değil mi? Türkiye bağımsız imiş ve AB’ye rest çekiyor. Fakat sonunda ne oldu? El-Beşir, Türkiye’ye gelmekten vazgeçti. 08 Kasım Pazar günkü akşam haberlerinde televizyonlar, Türk Dışişleri’nin El-Beşir’den nazik bir şekilde, ziyaretini ertelemesini istediğini bildirdi. Bari baştan efelenmeseydiniz değil mi? Dış ilişkilerde bu kaçıncı geri çekiliş? Bir takım insanlar haysiyetten, şereften yoksun olabilir; alçalabilir; aşağılanmayı kabul edebilir; fakat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Türk olarak benim ve milyonlarca Türk’ün bu aşağılanmaları kabul edebileceğimizi kim, nasıl düşünebilir? Bir ülkenin haysiyeti, bir ülkenin şerefi demek, o ülkede yaşayan bütün insanların haysiyeti ve şerefi demektir. Ancak bağımsızlığını kaybetmiş, sömürge hâline gelmiş devletler, haysiyet ve şerefleriyle oynanmasına müsaade ederler; daha doğrusu müsaade etmek zorunda kalırlar.
Şimdi düşününüz; AB ve ABD karşısında boynu kıldan ince olanlar kürsüye çıkınca nasıl da üst perdeden konuşuyorlar!... Aman Allah, kendi vatandaşlarına karşı sanki küçük dağları da büyük dağları da onlar yaratmış. Bir tekebbür, bir azamet, bir celallenme ki sorma gitsin! Davalar devam ediyormuş, etmiyormuş; hiç umurlarında değil; onlar zanlıların suçlu olduğunu halkın gözlerinin içine baka baka söylüyorlar. Mahkeme sonucunu beklemek yok; onlar birilerine suçlu diyorsa birileri suçludur. Yargıç daha mı iyi bilecek? İşte makam sahipleri söylüyor: “Zanlılar suçludur!” Bu cesaret kime karşı? Elinde silahı olmayan insanları at içeri ve konuş! Her gün sokakları ateş çemberine çevirenler serbestçe dolaşsın. Öyle ya, ertesi gün aynı olaylar, ertesi gün yine aynı olaylar. Molotof kokteylli, taşlı sopalı adamlar göz altına alınsa, tutuklansa aynı şehirlerde aynı olaylar tekerrür eder mi? Demek ki silahsız vatandaşa aslan kesilenler eli silahlıya karşı sus pus oluyorlar. Yoksa birileri Türkiye’ye böyle bir “rol” mü verdi?