Türkiye’ye suikast ve dijital demokrasi
Türkiye son yıllarda hiçbir mahremiyet kuralı ve mukaddesimizi tanımadan, telefon dinlemeleri, kişileri teşhir etme, sindirme ve “demokratik korku toplumu çağı” na girdi. Bu çağa giriş, kendi fikrini tek ve mutlak doğru kabul edenlerin, “ötekileri” yok etmek üzere başvurdukları “her yol mübah” zihniyeti sayesinde başarıldı. Tabii küresel güçlerle birlikte.
Aynen bir zamanlar “tek gerçek bilimsel sosyalizm” diyerek dünyamızı ve Türkiye’mizi kana bulayan komünist emperyalizm de olduğu gibi. İnsan tabiatına aykırı olan bu kanlı felaketten kurtulmanın, çok şükür yolu bulundu. Ama şimdi bunun yerini, batı emperyalizmi, tarihi derinliğiyle söyleyecek olursak “Haçlı Seferleri” yeniden aldı.
Emperyalizmin değişmeyen klasikleşmiş temel stratejisinin, bir ülkede “güçlü” yandaşların devşirilmesine ve ülkeyi parçalara ayırıp iç çatışma çıkarılmasına dayandığını biliyoruz. Bunun için devleti ve milletiyle barışık olmayan insanlar lazım. Bunlardaki negatif duygular, ırkçılık fanatizmi, makam, menfaat ve statü hırsı, güçten yana olma şehveti ve beklentisi örgütlenecek. Sonra da bu işbirlikçilik idealize edilerek her şeyin insanlık, hukuk, demokrasi ve özgürlük gibi değerler adına yapıldığı vehmi yaratılacak.
Bu özet tespitten sonra konuya dönebiliriz. Biz korku toplumundan nasıl kurtulacağız diye düşünürken, daha beteri ortaya çıktı. Ses yerine kaset görüntüleriyle teşhir, sindirme, şantaj ve ele geçirme dönemi başladı. Partiler arası rekabet ahlak ve demokrasi dışı, kirli ve utanç verici usullerle yapılmaya başlandı.
İlk deneme Baykal’la oldu ve netice alındı. Genel Başkan delegelerin iradesiyle değil, kaset şantajıyla değiştirildi. Engel gitti, yerine herhalde uygun görülen geldi.
Şimdi sıra, esas engel olarak görülen MHP’ye gelmiş olmalı ki, daha kapsamlı bir şantaj komplosu ortaya çıktı. Tam seçimlere gidileceği bir sırada, kasetler bir bir piyasaya sürülmeye başlandı. Hesaba göre MHP bu kasetli saldırıyla çökertilecek, mümkünse TBMM dışında bırakılacak ve parti yönetimi bütünüyle değiştirilip, emin ellere (!) devredilip denetim altına alınacakmış. Türklerin ülkesinde, Türklüğün gerçek partisi olmayacakmış. Şu cürete bakın...
Aslında bu kasetli saldırı, MHP’nin şahsında Türk milletine, devletine ve demokratik rejime karşı yapılmış bir suikasttır. Çünkü uzmanlara göre bu saldırıda; sadece İsrail ve ABD’de bulunan ileri teknoloji ürünü kullanılmıştır... Yurt içinden destek alınmadan da uygulanması mümkün değildir. Demek ki ortada uluslar arası bir komplo, BOP çerçevesinde bir siyasi proje var. Ahvâl-i âdiyeden bir iş değil.
Neticede, MHP Meclise giremeyecek, ama PKK’nın siyasi kanadı girecek. Böylece 12 Haziran seçimlerinden sonra bin yıllık Türk egemenliği sona erdirilecek, yeni bir anayasa yapılacakmış. Irak’taki gibi iki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli ucûbe bir rejim kurulacakmış.
Sadece MHP değil, Türk’ün devleti de, Türk’ün egemenliği de elimizden alınacakmış...
***
Şimdi soralım: Bazı önemli kişilerin mahrem bir şekilde, ahlak dışı ilişkilere girmiş olmaları mı; yoksa bunları gizlice kasete çekip, görüntülerini bütün ülkeye yayımlayanlar mı daha zararlı, daha kirli ve ahlak dışı iş yapmışlardır?
Önde gelen siyaset adamlarının bu kasetleri, rakip partileri çökertmek ve o partileri ele geçirmeye kalkışmaları, devletimiz, milletimiz ve demokrasimiz için daha az mı zararlı, kirli ve ahlak dışı konumdadırlar?
Sonuç: Vatanını, milletini, devletini seven ve savunan herkes, Haçlıların istediklerini yapmamalı, oyuna gelmemeli, kendini ne kadar haklı görürse görsün MHP’ye küsmemeli, tüm gücüyle desteklemelidir.