Türkiye'ye çifte kuşatma
Türkiye'de, iktidarın kurumsal karar sürecini terk edip tek adamın kararlarına dayanan iç ve dış politikaları içeride iç cepheyi dağıttığı gibi dış politikada da ülkeyi açmazlara sürüklediğini görüyoruz.
Dağılan iç cephe ve açmazdaki dış politikanın sonucu ise Türkiye'nin içeride ve dört bir tarafından kuşatılmasına yol açıyor.
İçeride başkancı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye'nin her alanda yönetilmesini iyice zorlaştırırken, yanlış Suriye politikasının faturası olan kayıtlı-kayıtsız 5 milyonu aşan Suriyeli sığınmacılarla içeride siyasi, sosyal, ekonomik sorunlar iyice artmış, ülke demografik değişim baskısı altına girmiştir.
Neredeyse dokuz ay önceki yazımızda Türkiye'ye yönelik kuşatmanın üç düzlemde gerçekleştiğini yazmışız. Neydi bunlar?
Birinci düzlemde müzakereler/mekanizmalar/mutabakatlar (PKK ile müzakere, Kıbrıs müzakereleri, Yunanistan'la istikşafi görüşmeler, AB ile Suriyeli sığınmacı geri kabul anlaşması, Suriye'de Menbic yol haritası, Soçi mutabakatı vs.) var.
İkinci düzlemde kriz/çatışmalar (Suriye savaşı, Ege'de işgal edilen adalar, Doğu Akdeniz'de münhasır ekonomik saha paylaşımı, Karadeniz'de Kırım/Ukrayna krizi ve NATO'nun Karadeniz'de artan varlığı, İran'a yaptırımlar, Gürcistan ve Ermenistan'da yönetim krizleri/çatışmalar vs.) var.
Üçüncü düzlemde ise ittifaklar (Arap NATO'su, IŞİD karşıtı koalisyon, Yunan-Rum ikilisinin Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Ürdün ile üçlü ittifakları ve bunların ABD ve AB ile desteklenmesi vs.) ile Türkiye'nin çevrelenmesini görüyoruz.
Geçen aylarda kuşatmaları sıkılaştıran, Türkiye'nin hareket kabiliyetini daha da sınırlandıran yeni gelişmelerin yaşandığına tanık olduk.
Örneğin birinci düzlemde Suriye kuzeyindeki güvenli bölge oluşturulmasına ilişkin mutabakatlar imzalandı. Hem ABD hem Rusya ile imzalan mutabakatlar görünürde Türkiye her iki süper gücü masaya oturtmuş sınır hattından terör örgütü YPG'nin uzaklaştırılmasını sağlamış gibi gözükse de gerçekte bambaşka bir resmin oluştuğu görülüyor. YPG çekilmedi, ABD/Rusya daha fazla orada.
Mutabakatlarla ABD Suriye kuzeyinde bazı üslerini terk edip askerleri çekse de Irak sınırı boyunca Suriye doğusunda ateş gücü yüksek tugay seviyesinde zırhlı birlikler konuşlandırdı. ABD Kamışlı güneyinde iki yeni üs kuruyor.
Rusya, Fırat doğusunda da artık askeri olarak var. Rusya, Hmeymim kadar büyük olmasa da Kamışlı'da bir hava üssü kuruyor. Radar ve hava savunma sistemleri konuşlandırıyor. S-400 sistemi getirebileceği iddiaları var.
Doğu Akdeniz'de artan Rus hava deniz askeri varlığının yanında Rusya'nın Gürcistan'dan kopardığı Abhazya ve Güney Osetya, ayrıca Ermenistan'daki askeri üsleri ve konuşlandırdığı füze sistemlerini, Kırım'ın ilhakı sonrasında Karadeniz'de artan ABD/NATO varlığına karşı Kırım'a yerleştirdiği tüm Karadeniz'i kontrol edebilen S-400'ler dahil füze sistemleriyle İstanbul Boğazının çıkışından itibaren Karadeniz'in her noktasını ateş altına alabilecek bir kuşatmaya almış durumda.
Rus hamlesine karşı ABD'nin Karadeniz'i NATO gölünü çevirme hamleleri sürüyor. Temmuz 2018 NATO zirvesinde NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, tüm üyelerin kararıyla Gürcistan NATO üyesi olacak demişti. Avrupa ülkesi olmayan Gürcistan, NATO anlaşmasındaki net ifadeye rağmen nasıl NATO üyesi olabilir?
Stoltenberg, Ekim 2019'da da bu sefer aynı cümleyi Ukrayna için kurdu. NATO'dan bu açıklama geldi ama Türkiye'den tek ses çıkmadı.
Gerçekten Ukrayna ve Gürcistan'ın üyeliği Türkiye'nin çıkarına mıdır? Bu üyelikler Karadeniz'e huzur mu getirir yoksa çatışma mı çıkarır? Suriye'de kırılgan bir ortaklık kurduğumuz Rusya ile ilişkilerimiz Karadeniz'deki bu gelişme nedeniyle kopmaz mı?
Diğer taraftan Batı Trakya'dan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'a artan ABD varlığını, dolayısıyla Türkiye'yi kuşatan siyasi-askeri ittifaklar zincirini ABD'nin Suriye'deki askeri-siyasi varlığına ile İsrail üzerinden Basra'ya uzanan İsrail-Arap ittifakını ekleyin. ABD destekli Rum-Yunan ikilisinin üçlü ittifaklar halkasına BAE ve Suudilerle yapılanları da ekleyin.
KKTC'de, Akıncı'nın federasyonu esas alan müzakereleri sahiplenerek Kıbrıs'ta Enosis'in hayata geçirilmesinin önünü açtığını not edelim.
Suriyeli sığınmacı göçünü önlemek için 2016'dan buyana Ege'de görev yapan ve neredeyse daimi hale gelen NATO deniz gücünü unutmayın.
Irak kuzeyindeki Barzani yönetimiyle ABD'nin askeri-siyasi ortaklığını, Rusya'nın doğal gaz yatırımları üzerinden ekonomik-siyasi ortaklığını bu kuşatma zincirinden ayırmak mümkün değil.
İran'daki gelişmeler bile bu kuşatmanın bir parçası.
Türkiye'nin dört tarafından Rusya ve ABD/NATO'nun çifte kuşatmasına şimdi Suriye kuzey-doğusuna sözde güvenli bölge tesisi için getirilmesi planlanan, benim daha önce 10 bin dediğim ama kulislerden yansıyan son bilgilere göre bunu 2 veya 3'e katlayacak sayıda koalisyon daha doğrusu NATO gücünün konuşlanmasını da ekleyin.
13 Kasım'da bu köşede NATO'yu Suriye'ye sokacaklar diye yazmıştık. Gerçekten de 2-3 Aralık'taki NATO zirvesi sonrasında büyük olasılıkla böyle olacağını göreceğiz. Oraya NATO gelirse TSK çıkacak demektir.