Türkiye’de sergi açmayı onaylaması bile başlı başına bir olaydı. Berlin Sanat Fuarı için basılmış kataloğunu Teşvikiye Sanat Galerisi, Türkiye’de Sanat ve Genç Sanat dergilerinin imtiyaz sahipliğinin yanı sıra Sanat Galericileri Derneği Kurucu Başkanı kıymetli Doğan Paksoy ağabey getirmişti. Ayağını galeriye basar basmaz beni arayarak “Bir an önce buraya koş” demişti.
Röportaj: Mayis Alizade / Yeniçağ
Sanat eserleriyle ilgili görüşlerini genelde serinkanlılıkla ifade eden Paksoy bu kez kataloğun her sayfasına bakarken durup düşünüyor ve “Bu ressamı Türkiye’ye nasıl getirebiliriz?” diye bana soru yöneltiğinde yanıtımı beklemeden “Sen getireceksin, bunu başarman lazım” diye ekliyordu. Tarlabaşı’nda TÜYAP’ın son sergisini yaptıktan iki ay sonra Moskova’ya gitmiştim. Aralık 2021’de Moskova metrosunun Çistıye Prudı istasyonundan çıkarak Makarenko sokak No: 9’daki atölyesine varana kadar iki çorbacıya girip her birinde, iki kase borş içtiğimi asla unutamam(eksi 20 dereceydi). Sovyet döneminden kalma geleneğe sadakatını göstererek masaya hemen yemek ve konyak koymuş, birer kadeh içtikten sonra “Şimdi sıra sana tablo hediye etmeye geldi” deyince katiyetle itiraz ederek kabul etmeyeceğimi belirtince aramızda şöyle bir diyaloğ gerçekleşmişti:
“Tamam, günün birinde sana tablo hediye etmenin de yolunu bulacağım. Şimdilik ise bir bankanın bazı eserlerimi kullanarak çıkardığı takvimi imzalıyorum.”
“O zaman bir tanesini de Doğan Paksoy ağabeye imzalamanızı rica ediyorum.”
“Memnuniyetle. Eserlerime gösterdiği ilgiden dolayı kendisine teşekkürlerimi ilet.”
Türkiye ahalisi her işin bir anda ve tamamen kendi lehinde sonuçlanmasını ister. Doğan Ağabeyin de biran önce İstanbul’da sergi sözü almamı istemesine rağmen bu insanların karakterini çok iyi bilirdim; dünya çapındaki bir sanatçının kapısını çalar çalmaz “Hadi İstanbul’da sergini açalım” diyemezdim, demem durumunda iş başlamadan bitecekti. Kriterleri ben biliyordum, o da beni sınamak ve bu işdeki ciddiyetimi ölçmek için Art Chronicle Sanat Dergisi Yayın Yönetmen Yardımcısı Leonid Lerner ile de konuşmamı istemiş, “Karşılıklı çok verimli çalışmalar yapacağınızdan eminim.” diye eklemişti.
Leonid’in dergisiyle Türkiye’de Sanat Dergisi arasında iş birliği yapmayı kararlaştırdık.
Daha sonra Moskova’ya her gidişimde ziyaret ettim, konuştukça yavaş yavaş sergi konusuna geldik. Ve sonunda Haziran 2003’te Moskova’nın 100 kilometre uzağında, yerleştiği Javoronki kasabasında bulunan yazlığına davet etti. Ressam hanımı Natalya’nın hazırladığı kahvaltı sofrasının arkasında kadehini kaldırdı ve şu cümleler ağzından dökülmeye başladı:
“Seni ciddi buldum. Paraya-pula ihtiyacım yok. Her sene Paris’teki Galerie Alain Blondel’de kişisel sergim açılıyor. Türkiye’de sergi açmak için Amsterdam’da kalmış birkaç tablomu gidip oradan almam gerekecek. Bir de bu yaz boyunca yapacağım yeni eserlerimi getireceğim. Toplam yirmi tablo yeterli olacak bence.”
Trenle Moskova’ya dönüp Doğan Paksoy’u aradığımda iki sene sürmüş diplomatik strateji ve taktiklerin sonucunda sergi sözü aldığıma inanmıyordu...
Sonra...
Sonra çok yakın dost olduk...
İkinci sergisi için geldiğinde Doğan Ağabey galerinin mutfağında yemek yaparken benden 4 adet beyaz kağıt, 12 numara fırça ve siyah boya istemiş, alıp imalathaneye inmişti. Aradan tam 1 saat geçmişti. Yağlıboyayla kağıt üzerine 4 resim yaparak çıktığında gerçekleştirdiği ortam değerlendirmesinden sonra “Senin yağlıboya tablon Moskova’da, Mayis” demişti...
Ekim 2003’teki sergisinin açılışına Rusya Federasyonu’nun İstanbul Başkonsolosu dostum Sergey Veliçkin de gelip sonuna kadar kalmıştı. Bu ressamı nereden ve nasıl bulduğumuzu, İstanbul’da sergi açmaya nasıl ikna ettiğimizi sorup durmuştu. Açılışta Türkiye’nin en deneyimli galericilerinden biri bana, “Bu ülke resimden asla anlamaz. Pablo Picasso’nun sergisini aç, 100 dolar vereyim mi diyecekler” şeklinde son derece net bir görüş belirtmişti.
Galiba sıra dünya çapındaki bu resim sanatçısının kimliğine ilişkin birkaç kelime yazmaya geldi.
Adı soyadı: İvan Lubennikov. 14 Mayıs 1951’de Belarus’un başkenti Minsk’te doğdu, 3 Ekim 2021’de Moskova’da hayata veda etti. Babasının Sibirya’daki görevinden dolayı bir süre aşırı soğuk ortamlarda yaşadı. Bunlara dair bir anısını şöyle aktarıyor, “Sovyet tipi Jeep ile avdan döndüğümüzde araba arızalandı. Dışarısı eksi 40 derece. Babam hemen sek ispirto şişesini çıkardı, soğuktan donmamak için ben de şişeden 96 derecelik ispirto içmek zorunda kaldım”. Altı senesi ortaokul-lise, altı senesi ise Surikov Güzel Sanatlar Akademisi olmak üzere 12 sene kesintisiz sanat eğitimi gördü. Lise döneminden başlayarak kadın resimlerini yaratıcılığının en ön sırasına aldı ve sadece eski SSCB’de değil Batı’da da “Modelden kadın resimleri yapan figür ressamı” olarak ün kazandı. “İskusstvo” (Güzel sanatlar) dergisinin 1988 yılı sayılarının birinde “İvan Lubennikov’un kadınları” isimli yazı yayınlamıştı, bana verdiğinde okuduktan sonra görüş belirtmemi istemiş, bundan gurur duymuştum...
Almanya’nın çikolata imparatoru olarak nam salmış Peter Ludwig 1970’lerin sonlarından itibaren Köln’de kurduğu sanat müzesi için genç ressamların eserlerini aldığında Moskova’ya da defalarca gidip gelmiş ve 1981-86 yılları arasında İvan Lubennikov’un yaklaşık 50 tablosunu alıp müzesine koymuştu.
“SSCB, Peter Ludwig’in tablolarıma ödediği paraların %10’unu bana dövizle ödemeyi taahhüt etmişti. Taahhüt yerine getirilmeyince Almanya’ya haber ulaştırdım, Ludwig, Moskova’ya gelerek Politbüro yedek üyesi ve Kültür Bakanı Pyotr Demiçev’le buluştu ve “Siz benim paramla ressamın emeğini mi gaspetmek istiyorsunuz? Bunu asla kabul etmem” deyince hakkım olan dövizi verdiler.”
Madrid’e gidip Prado Müzesi’ni gezdim, 1 fincan kahveye 6 dolar verdiğimi hatırlıyorum.”
İlk sergisinin açılışı öncesinde Doğan Paksoy Ağabey büyük memnuniyetle Türkçe kataloğunu çıkardı. Sanat eleştirmeni Kubilay Akman kataloğa önsöz yazarken ben Genç Sanat Dergisi’nde dünyaca ünlü bu fırça ustası için hoşgeldin yazısı kaleme almıştım.
İkinci sergisini Ekim 2005’te TÜYAP çerçevesinde Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde açarken İvan Lubennikov standı o sene TÜYAP’ın en iyi tertibi ödülüne layık görüldü.
Aramızda oluşmuş sonsuz güvenden dolayı sergilerinin açılışına katılıp geri dönerken galerideki tabloları almayı aklından bile geçirmiyordu. Türkiye’yi çok severdi, birkaç tablosu satılınca İstanbul’a gelip mutlaka Ayasofya’ya uğrar, kebap yedikten sonra Kapadokya’yı görmeye giderdi.
“Orası mucize Mayis. Yer gezegeninde imkânı olan herkesin orayı görmesi gerekir” diye üzerine basa basa tekrarlardı.
Mozaik ustası olarak Moskova’nın birkaç metro istasyonunda çok değerli çalışmaların altında imzası vardı. İlk gelişinde Natalya ile Ayasofya’daki mozaik çalışmalarını gördükten sonra morali bozulmuş ve şu öneride bulunmuştu;
“Ama orası en kıymetli tarihî eserlerden biri. Her geçen gün mozaiğin daha çok yıpranmasına neden oluyor. Bana versinler, aslına en uygun şekilde onarıp kısa sürede teslim edeyim.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yazdığımız yazı cevapsız kalmıştı...
Ölüm haberini Doğan Ağabey de ben de çok geç almıştık. Sessizce birbirimizin yüzüne bakarken üzüntümüzü ifade etmeye bir süre laf bulamamıştık...
Kendisinden hatıra olarak Doğan Ağabeyde resimleri, bende ise Türkçe bastığımız kataloğu kaldı.
Şöyle yazmıştı:
(Benim sevgili Mayis’ime en iyi dileklerimle)
Nasıl bir anı sizce?
Veya nasıl bir anıt?