Türkiye’nin nükleer enerji politikası, ABD ve Japonya örneği
Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansının verilerine göre bu gün itibariyle dünyada dört yüz otuz sekiz nükleer enerji santrali vardır, kırk iki santral de inşa halindedir. Bunun dört yüz otuz yedi tanesi Hıristiyan, Budist ve Konfiçyus felsefesine sahip ülkelerde bulunmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde 104, Fransa’da 59, Japonya’da 55, Rusya’da 31, Güney Kore’de 20, İngiltere’de 19, Hindistan’da 19, Kanada’da 18, Almanya’da 17 ve Çin’de 11 adet bulunmaktadır. Müslüman ülkelerde ise sadece Pakistan’da bir nükleer enerji santrali bulunmaktadır, bunun nedeni ise batıya ihtiyaç duymadan Pakistanlı fizikçilerin kendilerinin başarabilmesidir. Türkiye son otuz yılda nükleer enerji santrali yapmak için sekiz kez uluslar arası ihale açmıştır. Ama her seferinde başarısızlık olmuştur. Nedeni ise ABD başta olmak üzere batılı ülkeler ve İsrail’in bu ihalelerin başarısız olmasını istemeleridir. Bu ihalelere ya yeterli sayıda ülke ve şirket katılmamıştır ya da yeterli teknoloji içermemiştir. Bazen de ihalelere girip kazanmışlar ama sonradan çeşitli bahanelerle vazgeçmişler veya uçuk kaçık isteklerle Türkiye’nin vazgeçmesine yol açmışlardır. Kısacası uyguladıkları Bizans entrikalarıyla Türkiye’nin nükleer enerji santrali yapmasını engellemişlerdir. Bunun en önemli nedeni Türkiye gibi Müslüman ve büyük ülke olma istidadı olan bir ülkenin nükleer teknolojiye sahip olmaması ve enerji bağımlılığının devam etmesidir. Enerji bağımlılığının devam etmesi emperyalistler açısından çok önemlidir. Zira pahalı enerji kullanan bir sanayi, ürününü pahalıya üretecektir ve batılı firmalara karşı rekabet şansı azalacaktır, kendi kaynaklarıyla enerji üretemeyen ülkeler hem enerji üreten hem de enerji piyasalarını kontrolü altında bulunduran emperyalist ülkelere sürekli para akıtacak ve üstelik enerji ve politik bağımlılık olacaktır. İran’ın nükleer enerji santrali inşa etme politikasını ve karşısındaki batı bloğunun davranışını ibretle izliyoruz. İran’ın katı rejiminden dolayı kısmen de olsa batılıları ve İsrail’i anlamak mümkündür. Ancak atmış yıldan beri batılıların içinde bulunan, batı güvenliğinin bir parçası olan ve 1952’den bu tarafa NATO üyesi olan ve 2005’ten bu tarafa da Avrupa Birliğine tam üyelik için müzakere aşamasında olan Türkiye’nin de mi atom bombası üretmesinden korkuyorsunuz diye sormak gerekir. Bizi üzen batılıların bu davranışları değil, Müslümanları aptal yerine koymalarıdır.
Japonlar onurlu ve büyük bir millettir. Acıları derin ve sürekli olmasına rağmen kendilerine yakışır bir şekilde sessiz sedasız olarak acılarını yaşamaktadırlar. Deprem ve onun tetiklediği nükleer kaza ABD ve İsrail güdümündeki basın tarafından Türkiye’de sürekli işlenerek bir yılgınlık yaratılmaktadır. Nükleer santrallerinin ne kadar kötü ve tehlikeli olduğu konusunun daha iyi anlaşılması için aklımıza çok bilinen bir Nasrettin Hoca fıkrası geldi. Hoca köyde kurnaz bir köylü arkadaşına rastlar, arkadaşı hocayı görünce daha önce iştahla yediği balı ağzına götürdükçe öldüm diye söylenir. Hoca da yahu arkadaş bal çanağından parmağınla bal alıp ağzına götürüyorsun sonra da öldüm diye feryat ediyorsun, kenara çekil biraz da biz ölelim der. Batılı emperyalistler ve Türkiye’deki uzantıları nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli olduğunu bize iyi anlatıyorlar da bir türlü kendilerine anlatamadılar.
AKP iktidarının Mersin nükleer enerji santralini bütün engellemelere rağmen Ruslarla anlaşarak ihale açmadan devletten devlete iş verme modeli çerçevesinde batılıları atlayarak anlaşması iyi bir karardır. Bu anlaşmanın bazı iyi olmayan tarafları bulunsa da Türkiye’nin bir nükleer enerji santraline sahip olması hem ekonomik hem de stratejik olarak çok önemlidir. Diğer nükleer santrallerin başka ülkelerle yapılması hem müşteri çeşitliliği hem de farklı teknolojilerin transferi açısından önemlidir.