Türkiye’nin faylar üzerinde dansı...

Kütahya Simav’daki yer sarsıntısı, depremi yine gündeme getirmiş bulunuyor. Gün geçmiyor ki, “muhtemel” depremle ilgili bilgi, yorum veya “kehanet” beyan edilmemiş olsun.
Gerçekten de, 17 Ağustos 1999’dan beri “deprem fırtınası” estiriliyor.
Deprem çığırtkanları veya medya sismologları her fırsatta “olası” depremden söz açıp duruyor. Aslında hiç kimse, uyarılardan, bilgilenmeden pek yarar görmüyor.
Üstelik deprem tehlikesi, fiili ve sözlü uyarılara rağmen milletçe unutulmuş gibi görünüyor. Oysa depremin hiç gündemden düşmemesi veya resmen düşürülmemesi gerekiyor.
Türkiye’de, ortalama ayda iki depremin olduğu belirtiliyor.
Faylar üzerindeki ülkemizde, “deprem tehlikesi” ile yaşamayı öğrenmeye çalışırken, yaşanan her depremden sonra, ardı arkası kesilmeyen fısıltılar, hatta demeçler endişe doğruyor. Böylece “toplumsal bilinç” korkuya dönüşüyor.
Korku ise daima paniğe yol açıyor.
Benzetmek gibi olmasın ama deprem “ölüm”ü andırıyor. Elden bir şey gelmiyor. Sadece, önlemler insana rahatlık veriyor, güven veriyor.
Bizim, milletçe üzerinde en çok duracağımız husus, “depremle ilgili alınması gereken önlemler”i bilip, sıkı bir şekilde izlemekten hatta denetlemekten öteye gitmiyor.
Ara sıra, kendini ülkenin çeşitli yerlerinde veya İstanbul’da gösteren deprem, herkesin payına devamlı sorumluluk yüklüyor. Gerçekten de özellikle devletin, hükümetin ve belediyelerin bir numaralı sorunu deprem görünüyor.
Kısacası önce birey, sonra kurum ve kuruluşlar, nihayet devlet, depreme karşı akılcı “âcil” önlemler almalı.
Denilebilir ki, deprem artık “ulusal güvenlik sorunu” olarak değerlendiriliyor.
Bu yüzden de, Türk Silahlı Kuvvetleri, depremi “seferberlik” ilan ederek hazır bekliyor.
Şimdi sıra kimdeyse ve ne yapması gerekiyorsa, daha da acele etmeli. Deprem ara sıra sinyaller veriyor.
Büyüklük artarsa, kimse bu işin altından kalkamaz sanırız. Ne enflasyonun düşüşü, ne AB müzakerelerindeki durgunluk ve ne de seçim depreme benzemiyor.
Bu arada her vatandaşın üzerine deprem sigortası yaptırma yükümlülüğünün düştüğünü de hatırlatmak gerekiyor.
Velhasıl deprem ulusal bir güvenlik sorunu olarak öncelikli önemini muhafaza ediyor.


Bir zamanlar ve şimdi Yaşar Kemal

Özellikle, gazetecilikte “röportaj” deyip geçmemek gerekiyor. Gerçi gazeteciliğin temelinde “haber” yatıyorsa da, röportaj bazen daha ön plana çıkabiliyor.
51 yıllık gazetecilik hayatımızda, mesleğin çeşitli kademelerinde yer almamız hatta zirve sayılan, “Genel Yayın Yönetmenliği” konumunda yıllarca çalışmış olmamıza rağmen, “röportaj yazarlığı” nın değeri bizi daha da etkiliyor.Dünyadaki en büyük röportajcıların, aynı zamanda büyük romancı oldukları ve bunların arasında Hemingway, Ehrenburg, Şolohof, Simonov, Kessler, Sartre, Malaparte ve Fallacı isimleri belirtiliyor.
Ülkemize gelince, Evliya Çelebi’yi anarak, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Sait Faik, Aziz Nesin, Nazim Hikmet, Kemal Tahir, Hikmet Feridun Es, Atilla İlhan, Hıfzı Topuz, Necati Zincirkıran ve Yaşar Kemal’i sayarak, Tahir Kutsi Makal, Necmi Onur, Celalettin Çetin, Yılmaz Çetiner, Halit Çapın, Fikret Otyam, Mete Akyol, Lütfü Akdoğan ve Leyla Umar’ı kaydetmek icap ediyor. Günümüzde ise, Hulusi Turgut, Ertuğrul Akbay, Cengiz Çandar, Ramazan Öztürk, Emin Karaca, Nuriye Akman ve Ayşe Arman gibi isimler öne çıkıyor.Bu satırların yazarının da, seri röportaj dalında 10 kitabı ve bir o kadar ödülü olduğu biliniyor.


60 yılın ardından
İlk röportajı 17 Mayıs 1951’de yayımlanan Yaşar Kemal’in “Röportaj Yazarlığında 60 Yıl” eseri büyük bir ilgi uyandırıyor. Yaşar Kemal’in yayımlandığı dönemde yankılar uyandıran ve okuyucuyu sarsan röportajları böylece 60 yaşını da kutluyor.
Yıllar sonra gün ışığına çıkan “Hasankale Yerle Bir” röportajı, 1952’deki büyük Erzurum depremi sonrasında yaşananları bütün canlılığıyla hatırlatıyor. Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, günümüzde bazı gazeteciler tarafından bile “söyleşi” ile karıştırılan, unutulmaya yüz tutmuş bir geleneği yeniden gündeme getiriyor.
Yaşar Kemal ön sözünde “röportaj bir edebiyat türüdür, onun için bize insan yaşamını, gerçeğini en güzel veren bir daldır” diyor.Yaşar Kemal’i yıllar önce tanımanın kıvancı bir yana, bir resepsiyonda smokinli giysim karşısında, “Allah belanı versin, Kenan bu ne hal” muzipliği akıldan çıkmıyor.Son söz olarak, Yaşar Kemal röportajlarının çoğunun haberi de aşarak makale etkisini gösterdiğini de belirtmek bize düşüyor.

Yazarın Diğer Yazıları