Türkiye’nin toplumsal yapısı, sadece siyasal iradeyle değil, sosyolojik bir temele dayanarak şekillendirilebilir. Toplumun birlik ve beraberliğini korumak, ülkenin geleceği için büyük bir sorumluluktur. Bu bağlamda, Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurarken vurguladığı "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü, toplumsal barışı ve milli birliği sağlamak adına bir pusula işlevi görürken, aynı zamanda siyasetle sosyolojinin birleşmesi gerektiğini de anlatır. Atatürk, Cumhuriyet’i kurarken yalnızca siyasi yapıyı değil, halkın eğitimini ve kültürel değerlerini de ön planda tutarak, toplumsal bütünlüğün ancak sosyolojik bir temele dayandırılabileceğini savunmuştur. Cumhuriyet değerleri, toplumun temeline yerleşmiş bir anlayış olmalı ve sadece siyasal düzeni değil, toplumsal yapıyı da şekillendirmelidir. Bu düşünce, toplumun her bireyinin ortak bir hedefe yönlendirilmesi ve birleştirici değerlerin öne çıkarılması gerektiğini anlatır.
Türkiye’nin toplumsal yapısını oluşturan en önemli öğelerden biri etnik çeşitliliktir. Bu çeşitlilik, toplumun birbirine daha yakın olabilmesi için sosyolojik bir zemine oturtulmalıdır. Ziya Gökalp, Türk milletinin etnik çeşitliliğine rağmen ortak bir kimlik etrafında birleşmesini savunur. Sosyolojik olarak, milletin birliği ve kültürel yapının korunması, güçlü bir toplumun temellerini oluşturur. Gökalp, Türk milletinin dil, kültür ve değerler üzerinden birleşmesi gerektiğini savunur. Ona göre, ortak bir kültürel bağ ve kimlik, milli birlik için zorunludur. Gökalp’in Türkçülük anlayışında, milliyetçiliğin temeli sadece etnik kimlik değil, ortak bir tarih, kültür ve sosyal bağlarla şekillenir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü savunurken, toplumsal yapıyı bozmadan da modernleşmeyi hedeflemelidir.
Mümtaz Turhan, Batılılaşmanın önemli bir rol oynadığını kabul ederken, Türk toplumunun kendi kimliğini ve değerlerini kaybetmeden bu sürece entegre olması gerektiğini savunur. Turhan, toplumsal değişimin yalnızca dışsal etkilerle değil, içsel bir evrimle olmasının önemine vurgu yapar. Sosyolojik açıdan, modernleşmenin yalnızca ekonomik ya da politik bir süreç değil, aynı zamanda kültürel bir yeniden şekilleniş olması gerektiğini belirtir. Türk milletinin, Batı’dan alacağı yenilikleri, kendi kültürel bağlamında özümsemesi gerektiğini vurgular. Batılı değerlerin içselleştirilmesi, Türk toplumunun kültürel kimliğine zarar vermemelidir. Bu, sadece dışa açılmakla değil, kendi öz değerlerini modernleşme sürecine entegre etmekle mümkündür.
Erol Güngör, toplumsal yapının sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için milli ve manevi değerlerin korunması gerektiğini savunur. Güngör, modernleşme sürecinde Batılılaşmanın etkilerinin olumlu olabileceğini kabul etmekle birlikte, Türk milletinin tarihi ve kültürel kimliğinden sapmaması gerektiğini vurgular. Toplum, milli değerleri koruyarak modernleşmeli ve bu değerler, toplumsal huzur ve bütünlük için temel yapı taşlarını oluşturmalıdır. Güngör’e göre, sadece ekonomik ve teknolojik gelişmeler değil, aynı zamanda kültürel yapının ve sosyal dayanışmanın da güçlendirilmesi gerekmektedir. Sosyolojik olarak, toplumsal uyumun sağlanması, bireylerin geçmişten gelen geleneksel değerler ile yenilikçi düşünce biçimlerini sentezlemesiyle mümkündür.
Peyami Safa, toplumsal değişimin bireysel anlamda gerçekleşmesi gerektiğini savunur. Toplumdaki değişimin, bireylerin zihniyetinde başlayan bir evrimle ortaya çıkacağını belirtir. Ona göre, her birey, toplumsal yapıya uyum sağlayarak, ülkenin bütünlüğüne katkı sağlayacaktır. Safa, toplumun modernleşmesi için bireysel bir bilincin geliştirilmesi gerektiğini savunur. Bu, sosyolojik anlamda, bireylerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeleri ve ortak hedeflere odaklanmaları anlamına gelir. Bireylerin, toplumu dönüştüren unsurlar oldukları ve bu dönüşümün sosyal yapıya yansıyan etkilerinin önemli olduğu vurgulanır. Toplumun ilerlemesi için bireysel bilinç, milli bütünlüğün temel taşı olmalıdır.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise eğitimde ilerlemeciliği savunur ve bireylerin aktif vatandaşlar olarak toplumsal sorumluluk üstlenmesini önemser. Eğitim, toplumsal yapının güçlendirilmesi ve milli birliğin korunması için sosyolojik bir araçtır. Baltacıoğlu, toplumun kalkınmasında ve bireylerin toplumsal yapıyı dönüştürmelerinde eğitimin merkezî bir rol oynadığını belirtir. Eğitim, bireylerin düşünsel ve toplumsal gelişimlerini sağlarken, aynı zamanda toplumsal uyumu da pekiştirir. Bu nedenle, eğitimdeki yenilikçi yaklaşımlar, sadece bireylerin gelişimine değil, toplumsal yapıların da güçlenmesine hizmet eder.
Sonuç olarak, Türkiye’nin milli bütünlüğü sadece siyasal bir hedef değil, sosyolojik bir gerekliliktir. Toplumun her bireyinin, Cumhuriyetin değerlerini benimsemesi, demokratik bir yaşam için gereklidir. Sosyoloji, bu bağlamda siyaset için akıl hocası olmalı ve toplumun bütünlüğünü sağlamak adına toplumsal yapıyı doğru analiz etmelidir. Atatürk ve diğer sosyal bilimciler, bu anlayışı hayata geçirebilmek için kültürel ve toplumsal değerlerin korunmasının önemine vurgu yapmışlardır. Bu çerçevede, toplumsal barış ve milli bütünlük, ancak sosyolojik bir anlayışla mümkün olabilir. Her bireyin sorumluluk taşıdığı, toplumun ortak değerlerine dayanan bir anlayışla, Türkiye’nin geleceği, kültürel zenginliğinden beslenen bir bütünlükle şekillenebilir.