Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT
Coşkun ÇOKYİĞİT

Türkiye’m cennetim

Geçen yılki deprem felâketinin nasıl büyük bir yıkıma sebep olduğunu düşünürken, aynı depremde yıkılan Atatürk İlkokulu’nda birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar aldığım eğitimi bir cümlede özetleyebileceğimi fark ettim: “Türkiye’m, Türkiye’m Cennetim!”.

Barakadan sınıfımızda, ön sıralarda oturmadığım halde kara tahtanın yanında, duvara asılı takvimdeki 1965 yazısını seçebiliyordum. Öğretmenimizin gözlerinin hareli yeşil elâ olduğunu da. Cumhuriyet kadını derler ya, öğretmenimiz tam bir Cumhuriyet kızı idi. Uzatmayayım, mezun olduğumuz güne kadar bizlere Türkiye’mizin cennet vatan olduğuna o kadar inandırmıştı ki, bizler bu cennet vatanı ileriye en ileriye götürmek için çok çalışacaktık. Hepimiz en az bir yıl Doğu’da görev yapacaktık. Memleketimizin her yanındaki zenginliği servete dönüştürecektik.

Öğretmenimizin anlattığı Türkiye, yaşadığımız yılların derin yoksulluğuna, mahrumiyetine rağmen hemen yanı başımızdaymış, elimizi uzatsak tutacakmışız gibi inandığımız veya zihnimizde somutlaştırdığımız bir ülkeydi.

Ben ve benim sınıfımdaki arkadaşlarım gibi eminim o dönemlerde ilkokulda okuyan tüm çocuklar vatanımızın bir cennet olduğuna inanarak büyümüşlerdir. Büyüdükçe şöyle bir fikre kapılmaya başladım. Türkiye, pek çok alanda bir cennet gibi zengindi ancak birileri bu cenneti yok etmek için çabalıyordu.

Önce insanların varlığının yüzde 60-70’ini bir gecede enflasyon denen bir canavara yem ettiler… Sonra ilkokulda ülkelerinin cennet olduğuna inanan çocuklar birbirlerini vurmaya başladı… Ardından ülkenin tek kurtarıcıları olduğunu sanan eli sopalı darbeciler hem gençlere hem millete eziyet etmeye başladılar… Derken yeni bir ahlak yerleştirdiler, sloganı “Benim memurum işini bilir” oldu. “Anayasa delme” faslını, bin yıldır beraber yaşayan insanlara “birlikte yaşama” kursu verip, 20-25 etnik köken ismini her konuşmanın başında sıraladıkları “etnik besmele” devri takip etti.

Sahiller, mesire alanları, sultan çayırları, vakıf malları, ormanlar, dağlar tepeler talan edilmeye başlandı. Uygun yerler AVM’ye çevrildi veya tower, center gibi isimlerle New York ve Londra mimarisinden kopya ucubelere dönüştürüldü… Bütün bunlara içimiz yanarak şahit olurken lânet okumaktan başka elimizden bir şey gelmese de “Ne olacak canım, binadır yıkılır, mimaridir millîsi uygulanır” gibi tesellilerle avunduk.

Sömürgeci kapitalist Batılıların zehirli çöplerini bize sattıklarını öğrendik! Utancımızdan bu çöplerin başımıza ne belalar açacağını, sağlığımızı nasıl tehdit edeceğini bile unuttuk…

Sonra “Arap Baharı” başladı. Baharla beraber sam yeline kapılan Araplar, sonra Amerikan uçaklarından düşüp düşüp öldüğünü sandığımız Afganistanlı din kardeşlerimiz geldiler cennete!

Ve deprem geldi.

Geleneksel üretim biçimlerini zevk ve neşeyle sürdüren, ürettiklerini uluslararası makamlara tescil ettiren ve ülkelerinin bir cennet olduğuna benim gibi inanan insanların yaşadığı 11 ilimiz cehenneme döndü. Geleneği yaşatanların çoğu enkaz altında kaldı. Binalardan çıkan tozlar atmosfere, toprağa, sulara karıştı…

Altın çıkartıp ülkemizi zenginleştirecek diye açtırdığımız madenler çöktü, toprağımız bir daha zehirlendi. Zehrin saçıldığı yerlerdeki su birikintilerinden su içen “cennet kuşları” ölmeye başladı.

Sıra cennette doğan çocuklara mı geldi?

Cennette doğan çocuklar zaten can vermiyorlar mı? Mehmetçiklerimiz birer ikişer Şehit olmuyor mu? Şehit babaları ve anneleri dünyada hiçbir ana babanın göstermediği bir metanetle “Vatan sağ olsun!” demiyorlar mı?

Diyorlar da… Uğrunda ölünecek cennet vatan her gün biraz daha sağlığını kaybediyor…

////////////////////////////

KUTU

Beka

++++++++++

Geçmişte kaydedilen ilerlemenin büyük bir kısmı, ham maddeyi, enerjiyi, kimyasal maddeleri, sentetik maddeleri giderek daha çok kullanarak, üretim süreçlerinin maliyetini hesaplarken yeterince dikkate alınmayan bir kirlenme yaratarak sağlanmış bulunmaktadır.

Kimyasal sanayi artıkları gibi zehirli çöplerden kurtulmak için bugün kullanılan yöntemlerin kabul edilemez riskleri vardır. Nükleer sanayinin radyoaktif çöpleri yüzyıllar boyunca tehlikesini sürdürür. Bu risklerin zararına uğrayanların çoğu, o çöpleri yaratan sanayinin faaliyetlerinden hiçbir şekilde yararlanamayanlardır. (Ortak Geleceğimiz, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu raporu, s:55 ve 61., Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını,1991)

Yazarın Diğer Yazıları