Türkiye’de Türk Dünyası araştırmaları... Eğer batılılaşabilseydik
24-26 Mayıs 2013 tarihlerinde Birinci Amasya Türk Dünyası Çalıştayı yapıldı. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından her yıl düzenlenecek olan çalıştayın bu yılki konusu “Türkiye’de Türk Dünyası Araştırmaları (1991-2013)” olarak tespit edilmişti. Amaç, bugüne kadar yapılanların bir dökümünü çıkarmaktı. Bugüne kadar alınan mesafe bilinmeliydi ki bundan sonra neler yapılması ve nasıl yapılması gerektiği ortaya çıksın. Çalıştay, değerlendirme hariç “dil ve edebiyat araştırmaları, tarih araştırmaları, halk bilimi - sosyoloji - arkeoloji araştırmaları, siyaset bilimi ve uluslar arası ilişkiler araştırmaları” olmak üzere dört oturuma ayrılmış ve her oturumda konular bildirilerle değerlendirilip tartışılmıştı.
Ümit Özdağ’ın başkanı bulunduğu enstitünün bu yeni faaliyetinin İsmail Gaspıralı ve Turan Yazgan hatırasına düzenlenmesi de ayrı bir anlam taşımaktadır. İki ismin de Türk Dünyası için sembol isimler olduğu muhakkaktır. Bu sebeple çalıştayın başlangıcında Gaspıralı ve Yazgan hakkında konuşmalar yapılması isabetli olmuştur. Ümit Özdağ ve çalıştayı düzenleyen Konuralp Ercilasun ile Tümen Somuncuoğlu doğrusu tebrikleri hak ediyorlar. Elbette katılımcıları da tebrik etmemiz gerekir.
Çalıştayın sonunda ben de bir değerlendirme yaptım. Doğrudan doğruya çalıştayla ilgili bir değerlendirmeden sonra hem çalıştayı, hem de Türk aydınlarını, özellikle milliyetçi aydınları ilgilendirdiğini düşündüğüm şu düşünceleri dile getirdim.
Türkçülüğün kurucularından Ziya Gökalp “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” veya “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” umdelerini belirleyerek batılılaşmayı (çağdaşlaşmayı) Türkçülüğün önüne hedef olarak koymuştu. Türklük ve İslamlık zaten vardı ve yeni olan çağdaşlaşma idi. Atatürk’ün de temel fikri Türk milliyetçiliği idi. Türklüğün yükselmesi için de hedef olarak önümüze çağdaşlaşmayı koymuştu. Meşrutiyet yıllarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu hedef doğru anlaşıldığı için Türk milliyetçileri doğru bir çizgi takip etmişler ve toplumun ilerici kesimini oluşturmuşlardı. Daha sonra batlılaşma hedefi unutulmuş ve Türk milliyetçileri içlerine kapanmışlardır. Batılılaşma terimi, gerek Batı’nın sömürgeci tutumundan, gerek Batı toplumlarının sefahate kayan hayat tarzından dolayı olumsuz olarak algılanmaya başlanmış ve bu terimin ifade ettiği olumlu anlamlar göz ardı edilmiştir. Hâlbuki:
Eğer batılılaşabilseydik (bu terimi beğenmeyenler çağdaşlaşabilseydik de diyebilirler) Türk Dünyası üzerinde çalışmak için 1990’ları beklemez; ABD gibi, Rusça bilen Sovyetologlar yetiştirip bu işe çok daha erken başlardık.
Eğer batılılaşabilseydik Türk Dünyası üzerindeki çalışmalar rastgele, plansız ve maddi desteksiz yürütülmez; Batılıların yaptığı gibi, kurumsallaşmış, planlanmış ve maddi imkânları belirlenmiş olarak yürütülürdü.
Eğer batılılaşabilseydik Türk Dünyası ile ilişkiler (diplomatik, siyasi, ekonomik, kültürel, ilmî ilişkiler) Batılı ülkelerin kendi aralarındaki ilişkiler gibi sağlam ve kalıcı esaslara oturtulur ve süreklilik içinde devam ettirilirdi.
Eğer batılılaşabilseydik Türk Dünyası ile ilişkiler konusunda, ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin yaptığı gibi, kendi ideolojimize, kendi tarih, coğrafya ve kültürümüze uygun teoriler üretir ve bunları uygulamaya koyardık.
Burada batılılaşmış bir anlayışın, Türk Dünyası konusunda nasıl bir tutum takınması, nasıl davranması ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğini çok genel çizgilerle ortaya koymaya çalıştım. Ancak konu Türk Dünyası ile sınırlı değildir. Doğru bir batılılaşma hedefi bugün, Türkiye’nin ve Türklüğün, özellikle Türk milliyetçiliğinin en temel konularından biridir ve üzerinde ısrarla, dikkatle durulmalıdır. Hayati önemi sebebiyle batılılaşma konusunu bundan sonraki bazı yazılarımda da işlemeye devam edeceğim.