Türkiye solunun 'Kürtçü' ihaneti
Bir çok gazetecinin şaşırtıcı biçimde gizli-açık bölücü tezlere destek veriyor olmasını anlayabilmek için şunu bilmek gerekiyor: Siyasî Kürtçü hareket Türkiye solunun rahminde büyümüştür!.. Bu bir iddia değil, tarihî gerçeğin
ifadesidir...
Türkiyeli sosyalist hareketlerin içinde yer alana kadar etkisi son derece sınırlı olan ayrılıkçı gelenek, sosyalist hareketle birlikte farklı bir karakter ve ivme kazanmıştır... Bunda şüphe yok ki, en büyük günah Mehmet Ali Aybar’ın Türkiye İşçi Partisi’ne aittir... 1960 sonrası TİP içinde örgütlenen sosyalist Kürtçüler, buradan ayrıldıklarında bir kaç örgüt kuracak kadar kadrolar yetiştirmişlerdi...
TİP’in baş çekerek 1967-69 yılları arasında düzenlediği Doğu mitingleri bölücü Kürtçü hareket açısından önemli bir dönemeci oluşturdu... Diyarbakır, Batman, Urfa, Ankara, Silvan, Siverek, Kozluk, Muş, Ağrı, Tunceli gibi yerlerde gerçekleşen bu mitingler, sosyalist Kürtçülerin kendi ifadeleriyle, onların hem ilk kitlesel muhalefet eylemleri hem de Kürt aydınlanması ve bilinçlenmesinde önemli rolü olan politik gösterileriydi...
Türkiye solunun ihanetleriyle geçen bu süreçte Devrimci Doğu Kültür Ocakları doğdu... Sonraki yıllarda Dev-Genç’e dönüşecek olan Fikir Kulüpleri Federasyonu, Kürtçülere de yataklık
edecekti...
İlginçtir, marksizm doğası gereği milliyetçiliğe düşmanken, Türkiye marksist hareketleri bünyesinde Kürt milliyetçiliği aynı düşmanca muameleye tâbi tutulmamıştır... Tam tersine uzunca bir süre Kürt milliyetçiliği, ‘ezilen ulus milliyetçiliği’nin hoşgörülesi statüsü altında, korunup kollanmıştır... Başka ülke komünistlerinden farklı olarak, evrensel siyasî amentülerinin en tepesine kendi milliyetlerine olan düşmanlığı koyan Türkiyeli sol hareketler, o dönemde Kürt milliyetçilerine karşı ağabey şefkatini ve hoşgörüyü elden bırakmamışlardır...
Türkiye solunun içinde gelişim evresini tamamlayan bölücüler, özellikle 1974’ten sonra kendi adlarıyla ortaya çıkmaya başladılar... 1980’e kadar, ‘etkili’ diyebileceğimiz ondan fazla örgüt
peydahlandı... KAWA’dan Tekoşin’e, Rızgarî’den Devrimci Demokratlar’a, TKSP’den KUK’a, Ala Rızgarî’den PKK’ya kadar ne kadar örgüt çıktıysa hepsinin ortak özelliği şuydu: Kurucularının ve yöneticilerinin tamamı Türkiyeli sosyalist hareketlerin içinden çıkmıştır...
Kemal Burkay ve Uğur Mumcu’ya göre, Öcalan bile Doğu Perinçek’in TİİKP’ye ait Şafak Bildirisi’ni dağıtırken göz altına alınmıştır...
Lenin’in ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kaleme aldığı eser, sosyalist Kürtçülerin başucu kitabı olmuştur ve referans Lenin olunca fazla itiraz da görmemiştir!.. Bu arada Kürt halkına bağımsızlık vaad eden Mahir Çayan’lı THKP-C’yi de, bu konuda çelişkilerle dolu Deniz Gezmiş’in ‘bölgesel özerklik’ten söz eden THKO örgütünü de unutmamak lazımdır...
‘Halkların kardeşliği’ jargonuyla kendi çalıp kendi oynayan, ‘halklara kardeş, ama Türk’e düşman’ tezgâh dönüp durmuştur...
Daha sonra da bu ilişki kopmamıştır... 80’li yıllarda, daha doğrusu sürgün yıllarında Türkiye soluyla bölücüler arasında ‘Güç Birliği Eylem Platformu’ ve ‘Faşizme Karşı Birleşik Cephe’ adlarıyla ‘anti-faşist, anti-emperyalist’ cepheler bile oluşturuldu...
Bu ilişki, sosyalist solun pek çok fraksiyonuyla hâlâ sürüyor dersek herhalde abartmış olmayız... Zaten son seçimlerde gerçekleşen işbirliği de bunun en önemli delillerinden birini oluşturuyor...
İşbirliğine bir örnek daha verelim: Kanaltürk televizyonunun ‘ulusalcı çizgi’de ilerlediği dönemde programlar yapan M.Yanardağ, şunu teklif ediyor: “Türk milliyetçiliğinin baskı ve saldırganlığın tırmanması, Kürt halkının çözüm heyecanı ve birlik duygularının yıkıma uğratılması riskini büyütecektir. Bu tehlike karşısında sol, enternasyonalist ve sınıfsal bir yaklaşımla ilerici-devrimci birlik ve kardeşlik projesini yükseltmeli ve milliyetçi saldırganlığın önünde barikat oluşturmalıdır...”
***
Dün Türkiye sosyalist hareketi güçlüydü ve gelişim evresine ihtiyacı olan ‘bölücü Kürtçü aydın’ın, soğuk savaş döneminin bu sıcak kucağına ihtiyacı vardı... Kendileri açısından bakıldığında bu süreci son derece verimli değerlendirdiler diyebiliriz... Bugün ise bu ilişkide ihtiyaç sahibi olan Türkiye soludur... Çünkü marksizmin dünyadaki yenilgisinden sonra iyice küçülmüştür ve varlık-yokluk arasına sıkışmış kalmıştır... Etnik Kürt hareketinin diriliğine ve enerjisine gıpta etmektedir... O yüzden bu ilişkiyi sürdürebilmek ve işbirliği yapabilmek hayatî öneme sahiptir... İşin özeti, dün Kürtçülerin Türkiyeli sosyalistlerinin babacan tavrına ihtiyacı vardı... Bugün ise Türkiyeli sosyalistlerin Kürtçülerin babacan tavrına ihtiyacı var!..
Yani 1960’ların şartları artık olmasa da, ‘patron’ ve pozisyonlar değişse de o günlerin bir ‘hatır’ı vardır... O hatır uğruna Türkiyeli sosyalist hareketlerin pek çoğu bölücülerin göstereceği himmet karşılığında her türlü marabalığa razıdır ne yazık ki...
Bugün medyadaki yazar tayfasının önemli bir çoğunluğunun söz konusu ekolden geliyor olması, devlet ve milletimiz için büyük handikaptır... Değişmiş olsalar veya öyle görünseler bile, bu konudaki ağız birlikleri şaşırtıcı düzeydedir... Bir de bunlara dünyanın en bayağı, en kaypak ve en omurgasız ideolojisi olan liberalizmin leşkerlerini eklediğimizde durum daha da can sıkıcı bir hâl alıyor...
Ama ne olursa olsun, biz bu coğrafyayı kendimiz seçmiş, burada tutunmanın zorluklarını bilmiş ve bu uğurda bedel ödemiş bir milletiz...
Elbette bu bizim milletçe gördüğümüz ilk kış değil, son kış da olmayacak... Bütün ihanetlere rağmen bunu da atlatacağız...
Basında, haktan yana gözüküp, bölücü tezlere doğrudan ya da dolaylı destek olanları teşhis ederek diyoruz ki, maalesef Türk komünistinin dönüp dolaşıp geldiği yer ‘Kürtçü’ dükkanıdır!..
Bilelim yeter!..