Türkiye, Şanghay İşbirliği için ne ifade ediyor?
Sanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi son dönem başkanı olan Tacikistan’ın ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Zirveye 10 Devlet Başkanı, 2 Dışişleri Bakanı, 7 uluslararası ve bölgesel örgütün temsilcileri katıldı. Başkanlığın Rusya’ya geçtiği zirvede örgütün 2025’e kadar olan kalkınma stratejisi ele alınarak bu kapsamda bir banka ve fon kurulması kararlaştırıldı. İlk defa bu kadar net bir biçimde seslendirilen genişleme stratejisi ile yeni üyelerin perspektifleri ortaya konuldu. Özellikle Ukrayna ve Afganistan’daki son gelişmeler masaya yatırıldı.İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin zirve öncesinde Kazakistan ve Tacikistan’da incelemelerde bulunması ve her iki ülkede de “Ortadoğu yerine Avrasya’nın bir parçası olma” iddiasına göndermelerde bulunması dikkat çekiciydi.
Dünyanın yarısından fazla
1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın bir araya gelmesiyle Şanghay Beşlisi olarak ortaya çıkan organizasyon 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü adını aldı. İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ın gözlemci olduğu ŞİÖ’de Türkiye, Srilanka ve Belarus oy hakkı bulunmayan “diyalog ortağı” statüsüyle örgütün kapsamına girdi. ŞİÖ ilk adımda başta Çin ve Rusya arasında (4300 km) olmak üzere üye ülkelerin sınır problemlerinin çözümü için kuruldu. Zira üye ülkeler arasındaki sınır komşuluğu ve Sovyetlerden kalan problemli alanlar ŞİÖ’nün olası çatışmalara karşı proaktif bir zemin oluşturmasını gerekli kılıyordu. Ancak sınır problemleri çözülürken ne ölçüde adil davranıldığı tartışmaya açık bir konu. Örneğin 1996 yılında Çin ve Kırgızistan arasında imzalanan anlaşmayla 125 bin hektarlık bir arazi Çin’e devredilmiş, bunun üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Akayev parlamentoda “vatana ihanet” suçlamasıyla karşılaşmıştı. ŞİÖ bir dönem Rusya için Çeçenistan, Çin açısından da Doğu Türkistan meselesinin “iç meselemiz” vurgusunu dünyaya aktardığı nihai alan haline gelmiştir. ŞİÖ bugün ise kendisine daha geniş bir hareket alanı yaratarak askeri, ekonomik ve kültürel bir içerik kazanmıştır. ŞİÖ genişleyen görüntüsüyle dünya nüfusunun ve milli hasılasının yarısından fazlasını, doğalgaz rezervlerinin %42’sini, petrol rezervlerinin de %25’ini kontrolü altında bulunduruyor.
Doğu-Batı ikilemi
ŞİÖ uluslararası çevreler tarafından NATO benzeri bir birlik olarak değerlendirilmekte ve hatta Morozov’un “şeytan ikizi” nitelendirmesiyle soğuk savaş stratejilerini çağrıştırmaktadır. Her ne kadar bazı zirvelerde bunun böyle olmadığı dile getirilse de hemen hepsi ABD ile şu ya da bu sebeple karşı karşıya gelebilecek ŞİÖ üyesi ülkelerin NATO karşıtlığını gizleyebilmesi mümkün değil. Aynı şekilde BDT ülkelerince kurulan Kolektif Güvenlik Örgütü ile iç içe geçmiş ŞİÖ’nün askeri tatbikatlarını belirli düzeyde öykünme ile gerçekleştirmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. İşte Türkiye’de bu yaklaşımın odağında ŞİÖ için NATO ve dolayısıyla ABD’nin “Truva atı” olarak görülmekte; birliğin geleceği açısından gözlenmesi gereken ülkeler arasında yer almaktadır.
Son olarak Türkiye’nin Çin ile yaptığı füze anlaşmasını ABD’nin ricası ile bozduğu iddiası ŞİÖ üyesi ülkelerin Türkiye-ABD-NATO ilişkisini pekiştiren bir gelişme olarak algılanmaktadır. Hatırlanacak olursa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Şanghay beşlisine bizi de alın” açıklaması o dönem AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Cavuşoğlu tarafından “AB’ye verilen mesaj ve sitem” olarak değerlendirilmişti. Bu ve benzeri duruşlar ŞİÖ üyesi ülkelerin “Türkiye’nin gönlü ve menfaatleri Batı’nın tarafında” yaklaşımını güçlendirmektedir. Ancak önümüzdeki 20 yılda Avrasya alanı daha yoğun ve dünya gündemde olacak. Eğer Türkiye gerçekten bu alanda etkili bir aktör olmak istiyorsa “Avrasyalı” kimliğini öne çıkaran bir süreç yaratmak mecburiyetindedir. Belirtmek gerekir ki bu sürece hazırlıklı olmak Türkiye’nin Ortadoğu bataklığından kurtulabilmesi için hayati bir önem taşımaktadır.