Türkiye nasıl bölündü?
Not: Aşağıdaki yazı, 26 Mayıs 2019 tarihinde ölen gazeteci Özdemir Durmuşoğlu’nun terekesi arasında bulunmuştur.
Önce orta okul ve liselerdeki ders müfredatlarını değiştirdiler. Türk’e, Türk’ün yüceliğine, kahramanlığına vurgu yapan Atatürk dönemi ders kitapları değiştirildi. Güney Doğu Anadolu’nun İstanbul Üniversitesi’nde okuyan akıllı çocukları aynı öğrenci yurdunda toplandı. Yurt müdürlüğüne bir bölücü atandı ve öğrencilere bölücülük aşılandı.
Demokrasiye geçince bölücü yurt müdürü ve onun yetiştirdikleri iktidar partisinden milletvekili yapıldı.
Demokrasi demek kalkınma demekti; yol demekti; fabrika demekti. Bu nimetlerden köylerimiz de yararlanacaktı. Hızla köyleri boşaltmaya, şehirleri kuşatmaya başladık. Her yere okullar açıp okumayan çocuk kalmayacak dedik. Diplomalılarımız çoğaldıkça çoğaldı. Fakat lise ve üniversite diplomasına sahip okumuşlarımız, artık bizi Türk yapan dil, tarih ve edebiyatımızı bilmiyorlardı.
27 Mayıs özgürlük demekti. Sosyalist ve Marksist dergiler çiçek açıyor; örgütlenmeler birbirini izliyordu. Bölücülerin yeni adresi artık bu örgütlerdi. Bölücüler ve Marksistler faşizme karşı omuz omuza vermişlerdi. İstanbul Üniversitesi merkez kampüsünü işgal eden devrimci gençler, aralarına sızan polisler anlamasın diye konuşmalarını bölücülerin etnik diliyle yapmaya başlamışlardı. Bölücülerin diliyle söylenen marşlara sarışın Türk çocukları da iştirak ediyordu.
Ülkenin doğu ve güneydoğusunu Türklükle bütünleştirecek girişimler faşistlik ve ırkçılık olarak adlandırıldı. Türklüğe bağlı öğretmenlerle gerçekleştirilecek bütünleşme mimarına Komando lakabı takıldı. “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin / Her şey Türklük için” diye bağıran gençler aşağılandı. Her şeye rağmen bu gençlerin azmi kırılamayınca onlara da yeni virüsler aşılandı. Önce Menzil virüsü... Ardından bir de Mamak vurgunu gelince gençlerin direnci kırılır gibi oldu. Fakat hâlâ direnenler vardı. Yeni virüs çok daha etkiliydi: Abdülfettah virüsü. Artık sadece kendi anladıkları din ve kendilerine göre kutsadıkları dinî motifler vardı. Kavga bunun için yapılmalıydı. Ülkenin bölünmemesi için savaş vermişlerdi de ne kazanmışlardı!... Zindanlardan ve işkenceden başka... Madem ki ülkenin sahipleri işkencecilerdi; korusunlardı ülkeyi. Gençler artık yaşlanmışlardı ve yeni mukaddesleri onları, aynı mukaddesleri kendilerinden önce savunanlara yaklaştırmıştı. Üstelik bu yolla önlerinde iktidar kapıları da açılıyordu. İktidara yaklaşmayanlarsa eski günlerin efsaneleriyle avunuyorlardı.
Eski Marksist ve sosyalistler de değişime uğramışlardı. Kuzeyin veya Doğunun efendiliğine iyice alışmış olanlar yeni efendiler bulmakta gecikmediler. Dönek adını alıp ABD ve AB’ye kul oldular; enternasyonal ilişkilerinin de yardımıyla iktidara akıl hocalığı etmeye başladılar. Sosyalistlerin büyük bir çoğunluğu ise Atatürk’ün kurduğu rejimin tehlikede olduğunu fark ettiler; önceki hatalarını itiraf etmeseler de bölücülerle yollarını artık ayırmışlardı. Bağımsızlık ve rejim mücadelesini öne çıkardılar.
Bölücülerse artık iç ittifaklara ihtiyaç duymayacak kadar güçlendiklerini hissettiler. Silahlı örgütlerini ve siyasi partilerini kurdular. Dünyanın büyük ülkelerini de arkalarında buldular. Üstelik döneklerle iktidar da onların birçok taleplerine artık sıcak bakıyordu.
Önce kendi dillerinde yayın ve öğrenim hakkı istediler. Avrupa Birliği sürecinin neferleri gibi çalışan milletvekilleri hiç itiraz etmeden bu talebi karşıladı. Siyasi iktidar bununla yetinmedi; bölücülerin dilleri için resmî bir kanalı da onlara hibe etti.
Artık özerk bölge, federasyon sözleri olağan hâle gelmişti. Devlet, sadece Türk milletinin adını taşımamalıydı. Onlar da bölünmekten vazgeçebilirler ve silahları bırakabilirlerdi; ancak demokratik bir özerklik almalıydılar. Dağlardaki “önce vatan” ve “ne mutlu Türk’üm diyene” yazıları da kaldırılmalıydı.
Yazıların silinmesi, Meclis kararıyla bir İsrail firmasına verildi ve yazıların silindiği yamaçlar aynı firmaya 49 yıllığına kiralandı. Silahlı Kuvvetler bu yamaçları artık ne tatbikat için, ne de terörist kovalamak için kullanabildi.
Bölücülere demokratik özerklik verilmiş; fakat teröristler silah bırakmamıştı. Üstelik birçok terörist önderine de af çıkarılmıştı. Şimdi bölücülerin sesi daha gür çıkıyordu. Ülkenin adına onların da adı eklenecek ve federasyon kabul edilecekti. Affedilen teröristlerin de katılmasıyla silahlı bölücüler daha da güçlenmişler ve her gün daha fazla can almaya başlamışlardı. Artık buna bir son verilmeliydi.
Eski faşistler uykudaydı. Devrimci güçler rejimi kurtarmaya çalışıyorlardı. Silahlı Kuvvetler daha fazla kayıp vermek istemiyordu. İşte tarihî fırsat yakalanmıştı. Ülkenin basın yayın organları hep bir ağızdan “ver kurtul” diyordu. Dış güçler arkamızdaydı. Üstelik böyle bir projenin ekonomik yükünü hafifletmek için büyük krediler de vadediyorlardı. Siyasi iktidar bütün bu şartları fırsat olarak değerlendirdi ve federasyona evet, dedi.
Bundan sonrası artık çok kolaydı. İki federe devlet bir gün masaya oturdular ve ayrılmaya karar verdiler.