Türkiye iyice yalnız kaldı!
Patlak veren ve tek kelime ile “vahim” olarak değerlendirilen yolsuzluk olayları Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Türkiye böylece, “sıfırlanan” dış politikasının yanı sıra, itibarından da çok derece kaybetmenin günlerini yaşıyor.
Gerek Mısır olaylarında ve özellikle Suriye sorununda Türkiye’nin, artık tek başına kaldığı ortaya çıkmış bulunuyor.
Gerçekten de, Irak ve Libya deneyimlerinden ağzı yanan ABD ve Batı, Suriye’de el-Kaide bağlantılı örgütlerden son derece kaygılı bulunuyor.
Bu endişenin etkisi altındaki Batılı devletler, önümüzdeki ay İsviçre’de yapılacak barış görüşmelerinde Suriye lideri Beşşar Esad’ın görevi bırakması gibi bir sonucun çıkmayabileceği mesajını isyancılara ilettiği belirtiliyor.
Hatta, iletilen mesajlarda Alevilerin herhangi bir geçici yönetimde kilit öneme sahip konumunu sürdüreceği bildiriliyor.
Suriye’de giderek bir mezhep çatışmasına dönüşen iç savaş, nüfusun çoğunluğu oluşturan Sünniler ve Suriye lideri Beşşar Esad’la aynı Şii mezhebinden Alevi azınlık arasındaki çekişmeyi hızla değiştirdiği hatırlanıyor.
Genelde el-Kaide ideolojisinin takipçisi olan aşırılık yanlısı Sünni gruplar, Başkan Esad’a karşı silahlı muhalefete hakim olmuştu.
Suriye’deki savaşı, Orta Doğu’nun kalbindeki güçlerini artırmak için kullanan cihatçıların dünya görüşlerinin tamamen mezhep ayrımına dayalı olduğu da biliniyor.
Çok sayıda Sünni Suriyeliyi; azınlıkları, Şiilerin olduğu kadar Hristiyanları Esad’a daha bir sadakatle bağlanmasına neden olmaları dikkatleri çekiyor.
Çoğu kişi, bunu Suriye rejiminin destekçisi Şii İran ve isyancıları destekleyen Sünni Suudi Arabistan arasındaki, tarihi çatışmanın son saldırıları olarak görüyor.
Oysa, gerek Mısır gerek Lübnan ve gerek Suriye’de, belki de Orta Doğu’nun geleneksel bir manzarası olarak, dinler; özellikle mezheplerin ve menfaatlerin birbirine karışması, kesin sonuca gitmeyi engelliyor.
Bu görüşlerin doğmasında; el-Kaide bağlantılı el-Nusra Cephesi ve Irak-Suriye İslam Devleti (ISİD) Suriye’deki yükselişinin yanı sıra Türkiye sınırındaki bir geçiş noktası ve cephaneliklerin bu grupların eline geçmesinin etkili olduğu söyleniyor.
Öte yandan, SUK’un Suudi Arabistanlı yetkililerle yakın ilişkiye sahip üst düzey bir üyesi, “Batılı dostlarımız, radikal İslamcı militanların kontrolü ele geçireceğini ve kaos yaşanacağını düşünerek, bu aşamada Esad’ın gitmesine izin veremeyeceklerini Londra’da bize açık şekilde ifade ettiler.
Esad, gelecek yıl devlet başkanlığı seçimleri için sandığa gidebilir” şeklinde ifadeler diplomatik kulislerde yayılıyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, özellikle ABD’nin Suriye politikasını tamamen değiştirdiği ortaya çıkıyor.
Ne var ki, bütün uyarılara rağmen; Türkiye’nin, komşusu Suriye’ye karşı katı politikasını muhafaza etmekte kararlı görünüyor.
Aslında, Türkiye’nin gayriresmi olarak, Suriye politikasından sapma yolları aradığı haberleri de gittikçe yaygınlaşıyor.
Bu arada, AKP hükümetinin yapısında beklenen değişikliklerin, beraberinde yeni görüş ve politikalar getirmesi de bekleniyor.
Özellikle, son “yolsuzluk” olaylarında eli oldukça zayıflayan Başbakan Erdoğan’ın yeni kararlar alarak, radikal çizgiden uzaklaşma adımları atması gerekiyor.
Her şeyden önce, AKP hükümetinin ve özellikle Başbakan’ın yeniden ABD ve Batı’nın güvenini kazanması için olumlu hamleler yapması öncelikli yer alıyor.
Dış politikada, Rusya ve Çin eksenini tercih etmenin ilk belirtilerinin bile, AKP’ye pahalıya mal olduğu bizzat Başbakan tarafından öne sürülüyor. Tabii ki, özellikle Türkiye’nin geleneksel dış politikasından uzaklaşılması her zaman beraberinde tehlikeler getirebiliyor.
Daha önce de defaatle belirttiğimiz gibi, dış politikamızın en temel düsturu; büyük kurtarıcı Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinden her ne pahasına olursa olsun uzaklaşılmaması icap ediyor.
Ne var ki; bu satırlar yazılırken, henüz AKP hükümetiyle ilgili her hangi bir “tasarruf” olmadığından, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hâlâ yerinde kalıp kalmadığı bilinmiyor!