Türkiye Cumhuriyeti nimetinin nankörleri / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Türkiye Cumhuriyeti nimetinin nankörleri / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Bu aziz milletin binlerce yıllık geçmişinin son yüzyıllarına bakmak yeterlidir ki, bu milletin evladı, yıllardır savaşa savaşa gelmiş, yorulmuş, çok kan vermiş, bir ileriye geçmiş, bir geride kalmış dönemleri arkasında bırakmıştır. Sonunda kurduğu bina çökmeye, dağılmaya yüz tutmuştur. Bir avuç kahraman çıktı, kötü gidişi değiştirdi. Dış ve iç düşmanlarla, isyancılarla, hainlerle, vuruşa vuruşa binayı tekrar kurdu. Bina küçülse de, herşeye rağmen daha sağlam.

Bir millet neleriyle övünür?

Adaletiyle, azim ve iradesiyle, yetiştirdiği değerlerle, Hakkın, haklının yanında yer almasıyla. Eserleriyle övünür. Sonuçta örnek olmasıyla. Milleti esir olmaktan kurtaracaksınız, devleti yeni biçimde yeniden kuracak ve geleceğini sağlayacaksınız, birçok zorluğun üstesinden gelip başarıya ulaşacaksınız, sonradan bunları hatırlamayanlar çıkacak. İşte bizi yıkan budur. Hatırlamamakla kalmayıp bunları inkâr edecek, karşı çıkacak... Artık bu, sadece vicdan-insaf işi değil, şeref, haysiyet, namus işidir.

***

Yıl 1949. İlkokul 4. sınıf öğrencisiyim. Urfanın Birecik ilçesinde. Çok insan ve birçok çocuk gibi sıtma ve trahomdan muzdaribim. Verem kapılarda kol geziyor. Bir pazar günü, yani memur başta herkesin dinlendiği gün, kapı çalındı. Karşımızda Muhittin muallim. Soruyor, çocuk nasıl oldu? Annem vücudumu açıp gösteriyor. Giyindirdi ve elimden tutup beni doktora götürdü. İlçenin tek doktoru hükümet tabibinin evine. Pazar günü. Doktor içeriye buyur etti. Öğretmen, "Bu çocuğa lütfen bakar mısınız?", dedi. Doktor muayene etti ve ilaçlarımı verdi. Sıtma ilaçları kinin ve atebrin.

Ne muallimin, ne doktorun, bunu maaş aldığı için yapmadığı kesindi. Onlar savaşmakta olan birer ordunun mensubu idiler. Verem savaş dispanserleri, sıtma savaş, trahom savaş dispanserleri, trahom hastaneleri, sağlık ordusunun savaş karargâhlarıydı. Okullar, halk mektepleri, okuma-yazma seferberliği, maarif ordusunun alanlarıydı. Türkiye''de üç ordu vardı. Biri kahraman askerlerimizin ordusu. Savaşı kazanmış, vatanı kurtarmış, devleti yeniden kurmuştu. Güzel günlerin önünü açmıştı. Diğeri, maarif ordusu, üçüncüsü de sağlık ordusu idi. Bu tabirler benim değil, Mustafa Kemal Atatürk''ün tabirleriydi. Bu iki ordu da savaşı başarıyla yürüttü. Sıtma, trahom yok oldu. Verem kontrol altına alındı, yer yer yok oldu. Tekrar edeyim, savaşın kahramanları, bu işi para için yapmadılar, herhangi bir menfaat için yapmadılar, şöhret için, siyasi yatırım için, makam ve mevki için yapmadılar. Vicdan, namus ve görev için yaptılar. O zaman çocuk da olsam, bunları yaşayan ve anlayan biri olarak söylüyorum. Kitap sayfalarından öğrendiğim için değil.

***

Bir ülkenin sınırları, devletin sınırları demektir ama, devletin sınırı iki çeşittir. Güç-kudret sınırları ile ilgili-yetki ve hayatiyet sınırları. Her devlette, her zaman hepsi bir arada bulunmayabilir. Meselâ Osmanlı devletinin kudret sınırları ülkeyi bile aşan sınırlara kavuşmuştu ama, devletin gerçek sınırı payitahttan ibaretti. "Sosyal devlet" değildi, ilgi ve yetkisinin hayata geçmesi, payitahtla sınırlıydı. Türkiye Cumhuriyeti Milli Devletinin sınırları, muhtarlıklara, okul aile birliklerine, evlerdeki sofralara kadar uzanıyordu. Bu sınır, şahsi-siyasi amellerin, şahsi menfaat, makam, mevki yatırımlarının sınırı değildi. Sosyal devletin sınırlarıydı. Sosyal devlet. Beykoz ayakkabı fabrikasında, Sümerbank''ta, şeker fabrikalarında, trenin kondüktöründe, kaymakamın odacısında, muhtarın odasında, varlığını devam ettiriyordu. Bilmeyen, yaşamayan bu söylediklerimi faşizm zanneder. Zaman zaman jandarma dipçiğini dile getirirler. Bunlar bilmezlerin ve pireyi deve yapanların sorunudur. Olan şey, bir sosyal devletin varlığı idi. Azmin ve ideallerin ürünüydüler. Türkiye Cumhuriyeti felsefesi, birkaç sarhoş önderin marifeti olabilir mi? Kavgayla beslenen siyasi partiler açısından meselelere bakıp, eksikleri ve bazı hataları büyülte büyülte, kavga malzemesi yapa yapa düşman kamplar yaratmak, hangi insafa, vicdana sığar? İyi niyetle yapılacak, yapıcı tenkit ve değerlendirme varken, bir eksiği gediği tamir etmek varken, toptan karşı çıkmak nedir? "Keşke Yunan kazansaydı daha iyi olurdu" demenin üzerine inşa edilebilecek hiçbir iyi şey yoktur. Bu ve benzeri sapkınlıkların üzerine hiçbir şey bina edemezsiniz. Türk diline, milli iktisat anlayışına, eğitim ordusuna önem verecek yerde, rüşvete, yolsuzluğa, ahlaksızlığa tavan yaptırtıldı.

Bozulma ne zaman başladı? Sosyal devletin, yavaş yavaş kapitalizme esir olan bir devlet yoluna girmesiyle... Milli ve sosyal devlete karşı çıkanlar, gelişmeyi değil, bozulmayı arttırdılar.