Türkiye balık, PKK solucan mı?

Bush’un “PKK ortak düşmanımız” demesi ve Irak’ı işgal etmiş olan ABD’nin Kuzey Irak hava sahasını Türk savaş uçaklarına açmış olması, ABD’nin Irak’ta yenildiği ve mağlup ABD’nin Barzani’nin müttefikliğini terk edip yönünü Türkiye’ye çevirdiği, bundan böyle, “Kuzey Irak Kürt yönetimi’nden bahsetmek yerine bir ’Güney Türkiye’den bahsetmenin daha doğru olduğu, çünkü (çaresizlik içersindeki) Amerika’nın talebi doğrultusunda Türkiye’nin yavaş yavaş Barzani coğrafyasına yerleşeceği” yorumları ne kadar gerçekçi ve bütün bunlar gerçekse, Türk insanının böyle bir gelişmeye üzülmesi mi yoksa sevinmesi mi gerekir?
Soruyu sondan başa doğru cevaplayalım:
“- Bir ’ABD plânı’ gereği Irak’ın kuzeyine yerleşecekse, Türkiye’nin buna sevinmesi değil, üzülmesi gerekir!”
Çünkü daha dün SSCB dağılırsa bağımsızlığına yeni kavuşacak Türk Cumhuriyetleriyle kucaklaşmasın diye Türkiye’nin önünü kesmek için PKK ve daha pek çok plânı devreye sokan ABD, İngiltere, İsrail üçlüsü, Türkiye’nin bölgedeki gücünü artıracak, hele Türkiye’yi İsrail’den daha güçlü hale getirecek hiçbir gelişmenin önünü açmazlar, üstelik bu Türkiye, İran ve Suriye yani İsrail’le papaz olmuş bölge ülkeleri ile sıkı fıkı ise, buna asla onay vermezler. Gerçek bu iken bu üçlü, ısrarla Türkiye’yi Irak’ın kuzeyine çekiyorlarsa, bu çok tehlikeli bir plânın ilk adımıdır. Böyle bir tehlikenin adı ne olabilir? Elbette ki, Barzani’nin “Güney Kürdistan” dediği kendi bölgesi ile, “Kuzey Kürdistan” dediği Türkiye Güneydoğusu arasısındaki sınırın fiilen kaldırılması, Türkiye şemsiyesi altında “Büyük Kürdistan” ın bir araya getirilmesi, kültürel ve ekonomik olarak, Türkiye tenceresi içersinde bu “Büyük Kürdistan” ın bir müddet pişirilmesidir.
Böyle bir plânda elbette ki PKK’nın yeri, Barzani ve Talabani’nin de önemi yoktur.
Zâten Ankara’dan ısrarla istenen bir “Siyasi çözüm” değil midir? Bir an Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki sınırın hiçbir anlam taşımadığını, ABD kurmaylarının öngördüğü gibi bir “Ekonomik havza” oluşturulduğunu ve böyle bir havzanın on yıl sonrasını düşünelim. O gün karşımızda güney ve kuzeyi ile bir “bütün Kürdistan” olacaktır. Ve böyle bir “blok Kürdistan” var diye DTP’ler, Barzani’ler, adı ve etkisi azalsa da PKK’lar, Zana’lar, Tuğluklar, Ahmet Türk’ler buharlaşacak, CIA’sı, MOSSAD’ı, M-I6’sı bölgeyi terk edecek değildir. İsrail’in Avrupa Birliği üzerinden “GAP’ta ben de söz sahibi olmak istiyorum” baskıları yine sürecek, Arz-ı Mevud yine gündemde olacaktır. Bütün bu talepler karşısında millî varlıklarını satmış, egemenliğini AB’ye devretmiş, haftada bir milyar doların üzerinde borç faizi ödeyen, üstelik, 776 bin kilometrekarelik bir coğrafyanın mâlûm bölgesinde sıkıntı içerisinde olan Türkiye, buna bir de “Güney Kürdistan” eklendiğinde, bugünkünden daha mı rahat olacaktır!
Gelelim Türk-ABD ilişkilerinin bugünkü haline. Tamam, bir işgal gücü olarak ABD; “PKK ortak düşmanımız” demiş ve TSK’nın Irak’ın kuzeyinde sınırlı operasyonlar yapmasına izin vermiş, istihbarat paylaşımında bile bulunmaya başlamıştır. İyi de bütün bunlar bölgedeki Türklere ait nüfus ve tapu kayıtlarının talanından, Türk bölgelerine yoğun bir Kürt göçü temin edildikten ve bölgede bir “Özerk Kürdistan” kurulduktan yani Türkiye’nin kırmızı çizgileri çöpe atıldıktan sonra olmuştur. Velhasıl Türkiye, bugün hem yurt içinde hem Irak’ın kuzeyinde, 2001’den çok geridedir. ABD işgal ettiği Irak’ı bölüp Türkiye’yi de bir iç savaşın sınırına kadar ittikten sonra, “PKK ortak düşmanımız” diyerek, ölümü gösterdiği Ankara’yı sıtmaya, yani Irak’ın kuzeyindeki özerk oluşuma razı etmiştir.
Özetle, Türkiye’nin içeride, Ortadoğu ve AB(D) ile ilişkilerde nereye koştuğunu görmek için “PKK’yla mücadeleye” bakmak yetmez.
Bakılması gereken, Irak’taki petrol ve petrol gelirlerinin nereye aktığı, Kerkük’ün statüsü ve Meclisi’nden çıkan kanunlar ve Türkiye’nin her türlü maddî varlığının nasıl el değiştirdiği noktasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları