Türkçülük
Türkçülük, Türk milletini sevmek ve onu yükseltmek ülküsünün adıdır. Buna Türk milliyetçiliği de denir. Daha kısa söylemek istersek Türkçülük deriz. Türk milletini sevmek ve onu yükseltmek demek olan Türkçülük her Türk’ün hakkı ve görevidir. Bir ferdi veya küçük bir çıkar grubunu değil büyük bir topluluğu ilgilendirdiği için Türkçülük aynı zamanda kutsal bir ülküdür. Kutsal ülküler temiz, ahlâklı ve şerefli insanlara yakışır; bu nitelikleri taşımayan insanların ağzına yakışmaz. Onlar yanlışlıkla Türkçüyüm, diyecek olsalar ülkü kirlenir. Dolayısıyla o tür insanların Türkçü olmasını biz zaten beklemeyiz.
Bir milleti yükseltmek ne demektir? Bu kavramın içinde hem maddî hem manevî yükselme vardır; büyüme ve güçlü olma vardır. Türklerin bağımsız olması yükselmenin ilk adımıdır. Bundan sonraki adım bütün Türklerin birleşmesidir. Birleşme, zamanın şartlarına göre iktisadî ve kültürel iş birliği şeklinde olabileceği gibi uygun durumlarda siyasî birlikler şeklinde de olabilir. Birlikten kuvvet doğacağı açık bir gerçek, bedihî bir hakikattir.
Yükselmenin maddî tarafında iktisaden yükselme, hem devlet hem fertler olarak millî gelirin artması vardır. Zengin ve müreffeh insanlardan oluşan toplum, Türkçülüğün vazgeçilmez hedeflerindendir. Köktürkler döneminden beri Türk devlet adamları bir refah toplumunu hedef olarak önlerine koymuşlardır. Bilge Kağan milletine âdeta hesap verirken “aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim” demektedir; “yoksulu bay (zengin) kıldım, yaya milleti atlı hâle getirdim” demektedir. O dönemin en iyi atı, bu dönemin en iyi arabası, hatta özel uçağı demektir. Yükselmenin manevî tarafında kültür olarak yükselme vardır. Zengin ve müreffeh hâle gelmiş Türkler elbette kendilerine, yakınlarına ve milletlerine karşı görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Ancak hayat sadece görevden ibaret değildir. Hayatın kültür, sanat ve eğlenme tarafı da vardır. Eğlencesiz, oyunsuz, sanatsız bir toplum düşünülemez. Tarih boyunca Türklerin de sanatları, oyun ve eğlenceleri olmuştur. Bir yandan eski sanatlarını, oyun ve eğlence tarzlarını devam ettirirler; bir yandan modern teknolojinin imkânlarıyla onları yeni biçimler içinde geliştirip zenginleştirirler; bir yandan da yeni sanat “form” ları, oyun ve eğlenceler icat ederler. Hiçbir toplum eski hayat tarzını aynen devam ettirerek yaşayamaz. Eğlencesini, oyununu, müziğini, resmini, edebiyatını, yaşayış tarzını geliştirip zenginleştirmeyen toplumlar önce durağanlaşır, sonra ölür. Kültür ve sanatın geliştirilip zenginleştirilmesinde dünyadaki her türlü malzeme ve eserden yararlanılabilir. Önemli olan meydana getirilecek yeni eserlerde, onların biçim ve içeriğinde bize özgü, millî bir “sentez” oluşturabilmektir. Vaktiyle veznini ve konusunu Arap’tan, nazım biçimini Fars’tan aldığımız “Leyla vü Mecnun” mesnevisi Fuzuli’nin kaleminde millî bir senteze ulaşmıştır. 20. yüzyılda Üzeyir Hacıbeyli’nin eseriyle de millî bir opera hâline gelebilmiştir. Azerbaycan halk mahnıları, opera sanatçıları Bülbül ve Reşit Beybutov’un icralarıyla yüksek bir sanat seviyesine yükselebilmiştir.
Bugünün Türk sanatçısı, şairi ve romancısıyla, mimarı, ressamı ve heykeltıraşıyla, bestekârı ve icracısıyla, operacısı, balerini ve baletiyle, tiyatro, film, dizi ve her türlü gösteri eserinin senaristi, yönetmeni, koreografı, dekoratörü, kostümcüsü ve kameramanıyla millîyi ve çağdaşı birlikte yakalayarak yüksek seviyede yeni eserler yaratmanın heyecan ve aşkını taşımalıdır. Bunun için bir yandan tarihî ve folklorik sanat ürünlerimizi çok iyi bilmek, bir yandan da çağdaş sanatın bilgi, teknik ve yöntemleriyle donanmış olmak gerekir. Türk’ün sanat ve kültürünü yükseltmek de Türkçülük kavramı içine girer. Ömürleri boyunca sanat, kültür ve eğlenceden uzak yaşamış insanlar elbette millî bir sanat oluşturmanın heyecanını taşıyamazlar; sanatın önemini idrak edemezler. Sanatta kalitenin ne olduğunu ise hiç düşünemezler.
Türklük binlerce yıllık bir olgudur. Bu olgu içinde hem milletin kendisi, hem de tarih boyunca yarattığı bütün eserler vardır. Bugün de Türklük, iki yüz milyonluk somut bir gerçekliktir. Türkçülük, işte bu olgu ve gerçeklik üzerine kurulmuştur.