Türkçemize Can Verenler - Ozan İşleten

Türkçemize Can Verenler -  Ozan İşleten

Bu öyle bir anlayıştır ki Kaygusuz’a Gülistan adlı eserinde Türkçe’nin kökenini Hz. Adem’e kadar götürerek cennette Tanrı ile iletişim dilinin Türkçe olduğunu söyletecektir...

Alparslan Alp Gazi liderliğinde Selçuklu Türklerinin kazanmış olduğu 1071 Malazgirt Zaferi ile Türkler için günümüz Türkiye toprakları, o zamanın deyimi ile Diyar-ı Rum yeni bir vatan, adeta küçük Asya olmuştu.

Çağrı Bey ve Tuğrul Bey’in kurduğu Selçuklu devleti koca bir imparatorluk olmuş ancak bir yandan da ciddi bir Fars etkisi ile karşı karşıya kalmıştı. Avrupa’daki Latin etkisinin bir benzeri bizlerde Fars etkisi olarak öne çıkıyordu. Nizamiye Medreselerinin eğitim dili Farsça idi ve Türkçe tamamen dışlanmıştı. Resmi dil Farsça, ilim dili ise Farsça ve Arapça idi. [1] Kaşgarlı Mahmud’un Divanı Lugat’it- Türk’ünü, Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig''ini, Edip Ahmed Yükneki’nin Atabetü''l Hakayık''ını yazdığı o yüksek Türklük bilincine sahip Karahanlı devri kapanmıştı. [2] İşte bu ortamda Türkçe konuşan insanların Farslaşmasına içerleyen Aşık Paşazade Garipname adlı eserinde bize şöyle seslenmişti.

Türk diline kimesne bakmaz idi

Türkere her giz gönül akmâz idi

Türk Dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri [3]

Çağrı,Tuğrul,Kutalmış ve Alparslan ile başlayan serüven Keykavus, Keykubat, Keyhüsrev ile nihayet bulmuştu. Bu isimler Farslar’ın İslam olmadan önce hükümdarlarının aldığı isimlerdi ve hepsi birer Şeyhname[4] karakteriydi. Şeyhnamede Keyhüsrev’in babası Siyavuş, Siyavuş’un babası Keykubat ve Keykubat’ın babası da Keykavus’tur.

13. yüzyılın İslam dünyası bakımından en büyük felaketi Moğol istilası idi ve işte Hacı Bektaş-ı Veli tam da bu felaketin ortasında Anadolu’ya gelmişti. Hacı Bektaş''ın gelip yerleştiği Anadolu''nun durumu ney­di? Gerek Moğol istila ve cefasının tazyiki, gerekse Selçuklu devletinin sahip olduğu imkânların cazibesi, Anadolu''da muh­telif yerlerden birçok sufi-dervişin toplanmasına sebep olmuş­tur.

Bunlar içinde, tasavvuf tarihine abide isimler halinde ma­lolmuş, eğitim ve ümit veren tarikat büyükleri vardı. Konya''da Mevlana Celaleddin, Sadreddin Konevi; Tokat''ta ünlü Lema''at sa­hibi Fahreddin Iraki; Kayseri''de Necmüddin Daye, Amasya''da Babai isyanının öncüsü ünlü Baba İlyas vs.yi görüyoruz. Bu tablonun zaruri sonucu olarak, Türkistan''dan Suriye''ye kadar çok büyük bir bölgeden hemen her tarikate mensup kişilerin Anadolu''ya akın akın geldikleri görülüyor. Böylesine karmaşık bir ortamda, böylesine karmaşık bir kitle ve bunların bağlı oldukları fikri-tasavvufi disiplinler arasında bir yığın sürtüşme, çekişme ve ithamın vücut bulacağı, kuşku­suzdur. [5]

Manevi eğitimini Horasan’da tamamlayarak Anadolu’ya irşad eri olarak gelen bir Türk olan Hacı Bektaş, velayetnameye göre işte bu yukarıda bahsedilen çekişme ortamına bir son vermek üzere Rum erenlerine baş olarak, Hoca Ahmet Yesevi’nin “…sen dahi Ruma teveccüh idesin Rûmda ser-mest budelalar ve girçekler cokdur râst meşrebleri ve silsileleri Muhammed Aliye çıkar ammâ tariki kitdur seni Rum erenlerine baş kılduk Sulıca Karaöyüki sana yurt virdük destûrdur ayruk eglenme revâne olgıl didi” Yani “…Sen de Anadolu''ya yönelesin.

Anadoluda (aşktan) aklı başından gitmiş dervişler ve gerçek (erler) çoktur. Meşrepleri (Yaratılışları, huyları) sağlamdır ve silsileleri Muhammed Aliye çıkar Ama yol bilmezler (tariki kıttır) Seni Anadolu erenlerine baş yaptık. Suluca Karaöyük''ü sana yurt verdik izin verdik, artık eğlenme yola çık" [6] emri ile bir görev sahibi olarak Anadolu’ya gelmiştir.

Bu görev gereği Hacı Bektaş-ı Veli derin bir yakınlığı olmasına rağmen Babai ayaklanmalarına katılmamış [7], Moğollara yakınlığı olan Konya sarayı ve bu sarayla yakınlığı olan ve Farsça eser veren Mevlana’nın Konya’sından ya da Selçuklu Türkiye’sinde Konya’dan sonra en önemli şehir olan Arapçanın hâkim olduğu Kayseri gibi merkezlerden ziyade Moğol İstilasına karşı ittifak kurabileceği Ahilerin de merkezi olan Türkçe’nin hakim olduğu Kırşehir’i kendisine merkez üssü seçmiştir. Zira Kırşehir''de Ahi Evran Veli, Şeyh Süleyman Velî gibi değerler yaşıyor ve Cacabey Medresesi''nde Türk dilini yaşatıyorlardı.

Bu usta bir satranç oyuncusunun hamlelerini andıran strateji, Babai isyanının bastırılması sonrası dağılan ve kurdukları devletin kadrolarının ve tabii ki buna bağlı olarak bir yığın devlet imkânının Fars uyruklu kişilere verilmesinden rahatsız olan Türkmenlerden oluşan kitleler (Kalenderi, Haydari, Yesevi vb) artık Hacı Bektaş Veli’ye bağlanmış ve velayetnameye göre Hoca Ahmet Yesevi’nin verdiği görev büyük ölçüde yerine getirilmiştir. Dolayısı ile artık tüm bu unsular yazımızda Bektaşi olarak anılacaktır.

Hoca Ahmet Yesevi’nin;

Sevmiyolar bilginler
Sizin Türkçe dilini

Bilgelerden işitsen
Açar gönül ilini

Ayet hadis anlamı

Türkçe olsa duyarlar

Anlamını bilenler

Başı eğip uyarlar

Miskin Zayıf Hoca Ahmet

Yedi atana rahmet

Fars dilini bilir de

Sevip söyler Türkçeyi [8] dizeleri ile Türkistan’dan yaptığı çağrı Türkiye ‘de Hacı Bektaş-ı Veli’nin Türkçe yazmış olduğu Besmele Tefsiri ise ses bulmuştur. İşte bu anlayış ile “Arabi / Farisi bilmem dile minnet eylemem” diyen Nesimi, yalın Türkçesi ile bizleri mest eden Yunus Emre eserlerini vermiştir.

Bu öyle bir anlayıştır ki Kaygusuz’a Gülistan adlı eserinde Türkçe’nin kökenini Hz. Adem’e kadar götürerek cennette Tanrı ile iletişim dilinin Türkçe olduğunu söyletecektir.

Hak buyurdı Cebrail''e var didi

Adem''i cennet içinden sür didi

Geldi Cebrail Âdem''e söyledi

Hak buyruguni âyân eyledi

Cebrail didi: Çikgil Uçmag''dan Adem

Tanrı''nın buyrugu budur iş bu dem

Nice ki söyledi Âdem gitmedi

Cebrail''ün sözini işitmedi

Türk Dilin Tanrı buyurdı Cebrail

Türk Dilince söylegil dur git digil

Türk Dilince Cebrâil "hey dur" didi

"Duru-gel Uçmag''un terkin ur" didi.[9]

Tanrı “Ya Cibril, git ! Adem’e Türki dilince söyle durmasın Cenneti hemen terk etsin” demeden Adem Cenneti terk etmemektedir.

Ey derviş ,mi-dani mi-dani dir durursun !

Sen hiç Türkice bilmez misün ?

diyen Kaygusuz Abdal”…Biz Yalnız Türkçe’yi biliyoruz… Bu dil dünya durdukça duracaktır ve bu dili herkes öğrenecektir”[10] buyurmaktadır.

Hacı Bektaş’ın bize göre bu millete kazandırdığı en büyük şey, mucizeli bir dil olmuştur. Bugün bir Türkçe varsa bu şeceresini Hacı Bektâş Veli’ye bağlayan büyük halk şairlerinin ve bilhassa bunların bayraktarı olan Koca Yunus’un eseridir. Yunus Emre ve ondan sonra gelen sayısız Hacı Bektaş Veli gülleri, Türk dilini beste beste işlemişler, geliştirip güzelleştirmişlerdir. [11]

İşte tam da bu neden ile Bedri Noyan Dedebaba Bektaşi Çerağı’nı “O irfanı temsil eder. Hz. Pir’in Horasan’dan bu yana getirdiği, gönüllerde tutuşturduğu, hümanist bir Türklük ve sevgi ışığıdır.” [12] Sözleri ile tanımlamış ve devrinde halkın konuştuğu dil ile kaleme alınan ancak günümüz neslinin anlaması güç olabilecek bazı Gülbankları sadeleştirmiş ve Atatürk’ün vasiyetini yerine getirerek Kuran’ı Kerim’in Türkçe Manzum Mealini tamamlamıştır.

 

[1] Vezir Nizamül Mülk’ün adı ile anılan Selçuklu dönemi medresesidir.

[2] Ayrıntılı bilgi için Namık Kemal Zeybek, Bilgi Çağında Türkçülüğün Esasları s. 90

[3] Namık Kemal Zeybek Allah’a Aşk ile Ulaş Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri s.66

[4] Firdevsi''nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanı.

[5] Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik s.61

[6] Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Alevi Bektaşi Klasikleri, Velayetname s. 165

[7] Hacı Bektaş-I Veli ‘nin kardeşi Menteş bu ayaklanmalarda şehit olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bknz, Aşıkpaşazade 204-205

[8] Namık Kemal Zeybek, Allah’a Aşk ile Ulaş Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri s.68

[9] Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, s.220-221

[10] Türkiye Diyanet Vakfı Alevi Bektaşi Klasikleri, Sarayname s.81

[11] Nezihe Araz , Anadolu Evliyaları s. 259

[12] Doç.Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleri ile Alevilik ve Bektaşilik Cilt 8. S.97