Türk köylüsünün ressamı İbrahim Balaban

Türk köylüsünün ressamı İbrahim Balaban

20. yüzyılın ikinci yarısı dünya şiirinin en büyük ustası Nazım Hikmet’in şiir ithaf ettiği üç ressamın üçü de sadece Türkiye’de değil Yer Gezegeni’nin farklı noktalarında tanınmış ve üne kavuşmuşlar.

Abidin Dino, İbrahim Balaban ve Avni Arbaş. Bu şiirler sadece Türkiye’de diller ezberi olmayıp dışarıda da çok iyi bilinmiş ve hâliyle ithaf edildikleri sanatçılara da büyük ilgi uyandırmıştır. Bu sanatçıların arasında emekçi insan konusunda başyapıtlar yaratmış İbrahim Balaban’ın yaratıcılığı Sovyetler Birliği’nde büyük ilgi görmüş, sistemin en güçlü olduğu 1960-1980’li yıllarda Balaban üzerine bilimsel çalışmalar yazılar, yayımlanmıştır. Örneğin Moskova’da yayımlanan aylık hakemli Güzel Sanat dergisinin 1970 yılı Mayıs sayısında sanat eleştirmeni Elmira Zamanova’nın, “İbrahim Balaban’ın yapıtlarında Türk köylüsü imgesi” isimli analiz yazısı İbrahim Balaban’ın yapıtlarının Anadolu’nun bağrından koptuğunu, temalarının doğrudan Anadolu köylüsünün emeğine ve yaşamına dokunduğuna dair son derece isabetli bölümler içermektedir. Balaban’a SSCB edebiyat ve sanat eleştirmenlerinin gösterdikleri ilgide Nazım Hikmet’in kendisine ithaf ettiği şiirin ne kadar rolü var idiyse çalışmalarında Türk köylüsü ve işçisi konularının hep ön olanda tutması İbrahim Balaban’ın sanatına olan ilgisinin ve saygının başka bir sebebiydi. Kendisiyle 1993 yılındaki tanışmamız daha sonra yakın dostluğa dönüşmüş ve zaman zaman ben kendisini evinde ziyaret ederken birkaç kez de kendisi lütufta bulunarak benim Beyoğlu’ndaki ofisime teşrif etmişlerdi.

balaban.jpg

Sanat koleksiyoncusu Nahit Kabakçı, 1996 yılında kendisini Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye götürerek birkaç gün gezdirmiş, Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde konferansını organize etmişti. Aslında İbrahim Balaban, Bakü’ye gitmeden çok çok önce,1966 yılında Azerbaycan’dan İstanbul’a geziye gelmiş yazar ve sanatçı heyetiyle yakından tanışmış ve bazı şairlerle aralarında kurulan köprünün sayesinde Azerbaycan basınında da kendisiyle ilgili yazılar yayımlanmıştı. Onun için ne Balaban Azerbaycan’a ne de Azerbaycan Balaban’a yabancıydı. Zamanın Devlet Başkanı Haydar Aliyev tarafından da kabul edilen İbrahim Balaban’a Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fahri Doktor ünvanı vermişti. Döndükten sonra beni arayarak:

“Benden doktor-moktor olur mu? Benim işim tablo çizmektir. Fahri Doktorluğumu Bakü’de bırakıp geldim” demişti.

İbrahim Balaban’ın yarattığı Türk köylüsü imgesi yabancı ülkelerde araştırma konusu olurken işte size gerçek sanatçı imgesi: Fahri Doktora diplomasını “Benim işim resim yapmaktır” diye bırakıp geliyor.

sirtinda-bebe.jpg

Bana bizzat anlatmıştı:

“Nazım, 1950’de cezaevinden çıkınca İstanbul’a geldi. Ben de bir süre kendisiyle birlikte Celile annenin evinde kaldım. Söylediği şuydu; “Bunlarla ilgili öyle şiirler yazacağım ki, tavadaki balıktan daha beter yanacaklar.”

Dediği gibi de yaptı.

İnsanların dirençli olmaması, kendi vicdanı, şerefi ve sanatı için direnememesi en nefret ettiği şeydi.

“Her sabah hücremi havalandırma adıyla ufak nefesliği açan gardiyan kolunu içeri sokarak kuş tüyü yastığı salladıkça sallıyor, ben nefes almakta zorlandıkça gardiyan daha güçlü şekilde sallıyordu. Ancak tamamına dayandım. Çünkü resim yaratma dışında düşündüğüm hiçbir şey olmadı.”

2002 yılının soğuk bir Şubat gününde beni arayıp evine davet etti. Yeni çıkacak kitabına 1970’lerden bu yana Rusça çıkmış bazı yazıların çevirilerini de dahil etmek istiyordu. Memnuniyetle yardımcı olacağımı söyleyince Elmira Zamanova’nın yazısını verdi ve hemen okuyarak çevirmemi istedi. Yazının bir yerinde Yaşar Kemal’in, İbrahim Balaban’la ilgili derin ve isabetli sözlerine de yer verilmişti. Muhtemelen yazının içeriğinden ilk kez haberdar olmasından olacaktı ki, Yaşar Kemal’in ismi geçince “Onun ismi olmasın” diye sert tepki koydu. Nedenini sormadan:

“Gidip Nazım Hikmet’e “Ben Balaban’ı seviyorum” derdi, aslında ise hep aramızı vurmaya çalışıyordu” diye çıkıştı.

Ben üstüne varmadan çeviriye devam ettim.

Bir hafta sonra yazıların çevirilerini götürdüm. Serpil Hanım’ın sahleplerimizi getirdiği sırada:

“Ustat, ne karar verdiniz, Yaşar Kemal’in sözleri Elmira Zamanova’nın yazısında kaldı?”

Anadolu’da çok kullanılan bir deyimi yüzündeki hafif tebessümle sallamasından Yaşar Kemal’in sözlerinin yazıda kalmasını istediğini anladım.

Ve kaldı.

Bu anımı Yeniçağ’ın kıymetli okurlarıyla paylaşmamın esas sebebi dünya çapındaki yaratıcı insanların da bazen bizim aklımızın almayacağı nedenlerden dolayı kendi aralarında kırgınlık yaşadıklarını okurların da bilmesini istememdir. Gözünüzün önüne getiriniz lütfen: Nazım Hikmet, İbrahim Balaban, Yaşar Kemal ve.... hoş olmayan bazı iddialar.

Ancak edebiyat ve sanat tarihi için bunların hiçbirisinin önemli olmadığını edebiyatı ve sanatı yürekten sevenler çok iyi biliyor.

Onun için Nazım Hikmet’in Bursa cezaevindeyken İbrahim Balaban’a ithaf ettiği şiirin kısa bir parçasını kıymetli okurlarımızla paylaşalım. Şiir 1947 yılında kaleme alınmıştır.

9 Haziran 2019’da doksan sekiz yaşında kaybettiğimiz dünya resim sanatının büyük ustalarından biri İbrahim Balaban’ı rahmetle anarken ressam oğlu Hasan Nazım Balaban’ı saygıyla selamlıyorum.

İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın.
İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız.
İşte aydınlık:
akıllı, cesur, taze, diri, insafsız.
İşte bulut:
kaymak gibi lüle lüle.
İşte dağlar:
hem de mavi, hem de serin.

tarlada-capa.jpg

(Haber: Mayis Alizade)

İlgili Haberler