Günümüzün gelişmiş, kalkınmış olarak bilinen/tanınan toplumlarında Türk toplumunda olduğu kadar halk-aydın karşıtlığı/zıtlığı var mıdır, bilemiyorum. Ama bizim toplumuzda halk-aydın anlaşmazlığı, uyuşmazlığı çok göze batar bir durumdadır. Osmanlıdan beri toplumumuz bu zıtlığa aşinadır. Ama Cumhuriyetle birlikte ve özellikle çok partili demokratik hayata geçildikten sonra bu zıtlık artmıştır. Bu toplumda aydın ve sanatçı diye bilinen insanların; daha çok politik tercihlerinden dolayı halka tepeden baktıkları; onu cahillikle, “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” olmakla suçladıkları; “bu halk adam olmaz” takıntısına sahip oldukları bilinmektedir.
Düşünen, vicdanlı, gerçekten çağdaş ve demokrat insanlar nazarında bu suçlamaların, bu aşağılamaların özgürlük karşıtı, antidemokratik, faşizan bir tutum olduğunda hiç tereddüt yoktur. Gelecekte ancak bir utanç belgesi olarak anılma şansları vardır. Nitekim öyle de olmaktadır. Atatürkçülüğü kimselere bırakmayıp da Atatürk’ün milletin efendisi olarak gördüğü köylüyü ve çoğunluğunu onun oluşturduğu halkı bu şekilde aşağılamak tam bir çelişkidir.
Hâlbuki dünyada Türk halkı kadar artıları olan, güçlü öngörülere sahip, “çarıklı erkânıharp” nitelemesini hak eden, aşırı fedakâr bir halk çok azdır. Dünya halklarını iyi tanımış Amerikalı bir gazeteci Türk halkının iyilikseverliği için şöyle demiş: “Uzaydan rastgele yeryüzüne inen bir insan sadece Anadolu’ya inerse açlıktan ölmekten kurtulur.”
Size burada halkımızın bilgeliğine, ferasetine, sağduyusuna, fedakârlığına dair iki tanıklık sunacağım: İlki, Kurtuluş Savaşı meclisi hükümetinin milli eğitim bakanı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in; diğeri, hikâyeciliğimizin piri Ömer Seyfettin’in tanıklığıdır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kurtuluş Savaşının başlangıç günlerinde üç arkadaşıyla birlikte Ankara’dan kalkıp Çankırı’nın bir köyünde bir gece misafir olur. Köyün en yaşlısı Ömer Ağa kendilerine önemli tavsiyelerde bulunur:
“Oğlum, (vatanı kurtarma konusunda) işi sıkı tutun; bu yolda ‘heybe dinli olmayın, torba dinli olun’ (bölünmeyin, birlik olun); yoksa ‘Derinize saman basarlar/Sizi güne karşı asarlar!’ Cebimizde daha birkaç kara onluğumuz, ambarımızda bir miktar hububatımız, yetişkin birkaç delikanlımız var. Bunların hepsini size vereceğiz. Vallahi acımayız. Yeter ki düşmanı kovun!”
Hamdullah Suphi ihtiyara hayran kalır, "Baba, sen ne güzel konuşuyorsun!" der. Ömer Ağa devam eder: "Yazık oğlum, yazık! Sen esas ihtiyarlara yetişemedin! Davar öldü, çanı benim gibi bir köpeğin boynuna taktılar. Şimdi köyün sesini ben veriyorum." Ömer Ağa, ertesi gün misafirleri ayrılırken yeniden hatırlatır: "Oğlum, işi sıkı tutun. Elde bir Anadolu kaldı, bu sondur. Yoksa ‘Derinize saman basarlar/Sizi güne karşı asarlar!’”
Hikâyeciliğimizin pîri Ömer Seyfettin, Türk halkının bir farkını, bir özelliğini şöyle tespit ediyor: “Türk halkı âlim değildir, ama ariftir!” Bu tespit, halkımızın ilim sahibi değilse de irfan sahibi olduğuna; yani basiretiyle, sağduyusuyla okumuşların göremediği bazı gerçekleri görebildiğine işaret ediyordu.
Ülkede birçok zorunlu ihtiyaç maddesinin sıkıntısının çekildiği, bazılarının karneye bağlandığı, bazılarının ise temelli yok olduğu I. Dünya Savaşının son yıllarında Ömer Seyfettin Batı Anadolu vilayetlerinden birinde bir lisede öğretmenmiş. Bir gün öğretmenler odasına müjdeli bir haberle girmiş: “Arkadaşlar, gözünüz aydın, Avusturya, Türkiye’ye vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş!”
Bunun üzerine bütün öğretmenler, “Yaşasın, bundan sonra çayımızı, kahvemizi ağız tadıyla içeceğiz!” diye sevinç çığlıkları atmış.
Ömer Seyfettin bu sahnenin hemen arkasından okulun baş hademesini öğretmenler odasına çağırmış ve herkesin huzurunda ona da, “Hasan efendi, haberin var mı, Avusturya bize vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş!” demiş. Hasan efendi kendini toparlayıp terbiyeli bir eda ile cevap vermiş: “İnanmayın beyim, palavradır bunlar, bu kıtlıkta Avusturya şeker bulsa kendi yer!”
Hasan Efendinin bu tepkisi üzerine Ömer Seyfettin çığlık atmış. Ellerini çırparak şöyle demiş:
—Gördünüz mü arkadaşlar, ben boşuna demiyorum, “Türk halkı âlim değildir ama ariftir” diye. Ben bir yalan uydurdum “Avusturya bize şeker gönderiyor” diye, siz okumuşlar hemen inandınız. Ama gördüğünüz gibi Hasan Efendi yutmadı. İşte Türk halkı birçok gerçeği böyle sağduyusu ile irfanı ile keşfetmiştir.