Türk basını habercilikte çuvalladı
Son Ergenekon süreci Türk basınının bilgisizlik ve mesleki deneyimsizliğinin hangi düzeye indiğini ortaya koydu. Bu bir yana Başbakan’ın ve bakanlarının daha önce güvenmediğini kameralar önünde açıkladığı adalet ve soruşturmalara yönelik sarf ettiği sözlerse ibretlik; başka ne denir. Almanya’da bulaştıkları ileri sürülen Deniz Feneri yolsuzluk dosyalarını getirtmemek için ayak sürüyen onlar, o iktidarın bakanları değil miydi? Erdoğan bu kadar adalete inanıyorsa, kendisi ve partisinden çok sayıda milletvekili için dokunulmazlıkları kaldırmalıdır.
Gelelim basın konusuna. Bu mesleğe 30 yıldan fazla hayatını veren bir kişi için bugün yaşananlar ve şimdiki basın emekçilerinin hali, meslek açısından gerçekten hazin bir manzara. Bu durumun sorumlusu olan haberleri sunanlar, muhabirlerinin zırvalamalarını denetlemeye gerek görmeden ekrana getiriyor, sayfalarında yer veriyorlar.
Yaklaşık son yüzyılın yeryüzündeki en kötü habercilik ve gazetecilik örneği olan ve aynı “kendin pişir kendin ye” hesabı başkalarına soramayıp, alamadıkları cevapları olsa olsa metodu ile sunup duyurdular. Ben de onları taklit edip bu son dönem habercilik konusundaki görüşlerimi kendim sorup kendim cevaplandıracağım.
Neydi bu zırvalıklar;
Sevgili okurlarım yakalandığı veya ele geçirildiği söylenen silahlar ve cephanelikleri görebildiniz mi? Polis videoları bunları çukurdan çıkarırken görüntülemiş olmalı, bunların oynatılması gerek. (Velev ki çukurdan çıkmış olsun, buraya bu silahları kimlerin yerleştirmiş olabileceği araştırılmadı, köylülerle ve çevrede oturanlarla konuşmadılar.) Savcılar bu garabet cephanelikler çıkarılırken orada mıydı? Kaç savcı veya hâkimin gözetiminde bu operasyon düzenlendi? Bazı patlayıcı maddelerin üzerinde MKE damgası vardı, bunların kimlere satıldığı araştırıldı mı? Bildiğim kadarıyla hayır. Silah ve cephane bulunduğu belirtilen Gölbaşı’ndaki noktaya kimse sokulmadı. Güzel, ancak bir şey bulunamayan öteki kazı yerleri ne hikmetse tüm gazetecilere, belediyecilere piknik yeri gibi açıldı. Neden?
Peki, bizim acar muhabir takımına yakalandığı ileri sürülen silahlar konusunda neden kimin bilgi verdiği belirtilmedi? Bir gazeteci kaynaklarının adını vermek istemeyebilir, ama en azından bir polis yetkilisi falan gibi kendisinin tanık olmadığı bilgi ile ilgili haberini kimden aldığını background, yani adını açıklamadığı, ancak makamını ve görevini belirteceği bir kaynak olarak gösterebilirdi. Ben böyle bir şey de duymadım.
Gelelim silahların gömüldüğü yerden çıktığı ve cephane ile silahların sarıldığını ileri sürdükleri gazete parçası olayına. Türkiye’de çevre koruma ve recyle denen eritilerek yeniden kullanım olmadığı için kâğıtlar toplanmaz ve eşelediğiniz her topraktan, gazete, naylon torba çıkar. Peki, bu gazete parçasının çıkması bunları neden şaşırtır? Ayrıca bir delil olması gereken gazete nasıl olur da gazetecilerin ellerinde gezebilir? Savcı böylesine önemli bir delili nasıl ortada bırakır? Gazete kâğıdı ne kadar sürede toprakta erir? İşte size bir fiyasko daha.
Savcı ve hukukçulara ya da bu işlerden sorumlu yetkili ve teknik uzmanlara sorulması gereken sorular neden sorulmadı? Tam tersine bir goygoyculuk devam etti, herkes senaryo yazdı. Yakın geçmişteki birçok olayı bile hatırlamayan bu takım, bağıra çağıra laf ebeliği yapıp, haber kadar kendi yorumlarını kattı.
Basın adı verilen mekanizmalar, insanları neyle suçlandıkları dahi belli olmadan mahkûm edemez. Böyle haberler dünyada büyük tazminatların kapısını açar. Onların asli görevleri tarafsız haber vermektir ve haberleri okuyucu ve seyirciler yorumlar. Bilerek veya bilmeyerek töhmet altında bıraktıkları kişiler, yaşamlarının en kıymetli yıllarını vatanı koruma, kollama için harcamış insanlardı...
Türk basınının bu olayı yayımlamada gösterdiği beceriksizliği anlatmaya sayfalar yetmez, satırlara sığmaz. Ama böylesine bir hukuk fiyaskosunu kullanan siyasi iktidara ne diyeyim? Kendisini savcı ilan eden bir Başbakan görünüşte hukuk dersi verir, adalete sahip çıkar. Oysa o yaptığı konuşmada daha iddianamesi ortada olmayan bir konuda iddia makamı rolüne bürünmüştür. Dünyanın hiçbir ülkesinde şüpheliden delile değil, delilden şüpheliye gidilir. Bizde ise cezaevindeki kişilerin hâlâ iddianamesi ortada yok. Ne hikmetse, Gazze arabuluculuk fiyaskosu, ABD’de yeni yönetimden yüz bulamama, ekonomik kötüye gidiş, muhalif sesleri susturma sırasında birden bu operasyon canlanıyor. Gerçekte bu siyasi diktatörlüktür, buna demokrasi diyemezsiniz, kendinizin bile inanmadığı bu konuda inandırıcı olamazsınız.
Türkiye, Atatürk tarafından kurtarılan Osmanlı’nın hastalıklı adam durumuna sayenizde getirildi. Binalar modern, yollar ve alet aksam çağdaş olabilir. Ya kafalar, 1800’lerin bile gerisinde değil mi? Atatürk devrimleri o kafaları çağdaşlaştırdığı için Türkiye zengin Arap ülkelerinden 200 yıl öndeydi. Şimdi yoğun çabanızla hızla gerileyip onlarla aynı düzeye ve hatta onların da gerisine düştük. Sadaka bekleyen, dilenen bir ulusa çevirdiniz bizi. Beğeniyor musunuz eserinizi?