TTB ne kadar Türk, ne kadar tabip?
Her geçen gün Kürtçülüğün yörüngesine biraz daha oturan Türk Tabipleri Birliği, eleştirileri, ‘’kendilerini anlayamayanların, hekimliğin ne demek olduğunu bilmeyenlerin görüşleri’ olarak değerlendiriyor... Özetle hekimlik, ihtiyacı olanların ırkına, cinsiyetine ve dinine bakmadan yardımına koşmakmış... Eleştirilerin odağındaki TTB de bunu yapıyormuş!.. Tabii yerseniz!..
İmralı’ya Apo’nun kardeşi gidiyor, ağabeyinin sağlık durumundan endişe ettiğini, doktorların değişmesi gerektiğini buyuruyor... Ardından Aysel Tuğluk yazılı açıklama yaparak, aynı görüşü dillendirip, bir an önce adaya ‘bağımsız doktorlar’ heyetinin gitmesinin şart olduğunu aksi hâlde sürecin tıkanacağını öne sürüyor ve bunun bir kampanya olduğu anlaşılıyor... Ve tam da bu noktada görmeye alıştığımız TTB devreye girerek, Adalet Bakanlığı’na başvuruyor: “Göreve hazırız, sağlık kontollerini biz yapalım!..”
PKK’ya ilişkin TTB’nin ne gibi bir sicile sahip olduğuna bir göz gezdirelim: Örgütün Merkez Konseyi 2012’de cezaevlerindeki PKK’lıların açlık grevleriyle ilgili hem İstanbul’da eylem yaptı hem de KESK, DİSK, ÇHD ve İHD ile bir araya gelerek, eylemcilere destek niteliğinde bildiriye imza attı... Eylemcilerin talepleri ‘tecridin kaldırılması, ana dilde savunma ve ana dilde eğitim’di... TTB’nin imzaladığı bildiride ise şu ifade yer alıyordu: “Siyasal iktidar, açlık grevcilerinin taleplerini ölümler yaşanmadan değerlendirmelidir...” Şimdi o örgüt, “Bağımsız doktorlar olarak, Öcalan’ı biz kontrol edelim” diyebiliyor!.. Ne kadar insanî bir talep değil mi?
PKK bir işaret fişeği patlatmayagörsün, hep aynı örgütler bir araya geldiler ve açıklamalar yaptılar... 2010’da Ağustos’undaki ‘eylemsizlik’kararı da buna iyi bir örnektir... Bu ‘kardeş örgütler’tüm siyasî partileri PKK’nın ‘eylemsizlik’ kararına karşı sorumlu davranmaya çağırmış, bu kararın nefes aldırdığını, şimdi sıranın çözüm adımlarında olduğunu kamuoyuna ‘tıbbî etik’ çerçevesinde duyurmuşlardı!..
2011’de PKK Çukurca’nın Kazan vadisinde çok ağır zayiat vermiş, örgüt ve uzantıları bu çatışmalarda TSK’nın ‘kimyasal silah’ kullandığını öne sürmüştü... Bu iddialarla eş zamanlı biçimde hekim örgütümüzün malum Merkez Konseyi incelemelerde bulunmak üzere Adalet Bakanlığı’na başvurmuştu... ‘Tıbbî etik’leri hep bu tip durumlarda depreşiyordu!..
Geçen ay kaleme aldığım radikal sol ile bölücü hareket arasındaki ilişkiyi tahlil yazımda şu satırlarla tam da bu konuyu anlatmaya çalışmıştım: “Türkiye’deki radikal sol örgütler ve sendikal hareketler büyük bir hızla yutuluyor... Evet, etnikçi hareket, o örgütleri bölecek zannedilirken, durumun daha da vahim olduğu, söz konusu örgütlerin ‘yutulma’ riski taşıdıkları her geçen gün daha iyi anlaşılıyor... Bu örgütler, memur ve işçi sendikaları, dernekler, meslek odaları, şımaran ve büyüyen bölücü dalga karşısında ‘ortaklık’tan ‘marabalık’ düzeyine evrildiklerini, karşılıklı bağımlılığın ‘tek taraflı hizmet’e dönüştüğünü fark ettiklerinde belki de çok geç kalmış olacaklar... Bölünmeyle kurtulamayacaklar, yutulmuş olacaklar...”
Bunu anlamak istemeyenler için TTB Başkanı Gencay Gürsoy’un demeçleri ve yaptıkları alt alta konulduğunda zannediyorum ‘ikna edici’ bir envanter çıkacaktır!.. Apo’nun bulunduğu hücrenin metrekaresinin ve PKK’lı ‘tutsaklar’ın derdine düşmüş TTB o günlerden bugünlere geldi ve şimdi de ‘bağımsız’ kimlikle İmralı’ya gönderilmeyi bekliyor... Ve kınayanları da kendilerini anlayamamakla, hekimliği bilmemekle suçluyor!..
Elbette Merkez Konsey’in tutumu, tüm TTB şube ve üyelerinin görüşlerini yansıtmıyor... Bu konuda eleştirilerde bulunan şubeler de var... Ama damgayı vuran Merkez Konsey... Ne yapıyorsa, idelojik gerekçeler veya etnik sebeplerle değil, ‘insanîyet namı’na yapıyor!.. Zaten bugün kadar PKK’nın katlettikleri ‘nebatat cinsi’nden sayıldıkları için
bu örgütün ilgi sahasına pek girmemişlerdi!..