İYİ Parti Sözcüsü Mustafa Cihan Paçacı, Genel Başkan Meral Akşener liderliğinde gerçekleştirilen Başkanlık Divanı toplantısı sonrası gündeme ilişkin değerlendirmede bulundu.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye çıkışını eleştiren Paçacı, "Trump ve benzerlerine bu cüreti veren de, Cumhurbaşkanı’nın uluslararası hassasiyetleri ve üslubu yok sayarak sırf iç siyaset malzemesi olarak kurduğu cümlelerdir" değerlendirmesinde bulundu.
Paçacı, sözlerine Trump'ın isteyip de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yaptıramayacağı bir şey olmadığını da sözlerine ekledi.
İYİ Parti Sözcüsü ayrıca, özelleştirme kapsamına alınan Tank Palet Fabrikası'na ilişkin de "Yangından mal kaçırırcasına” ve “Öldüm fiyatına” elden çıkarılmaktadır" şeklinde konuştu.
Paçacı'nın açıklamaları şöyle:
“ÖLDÜM FİYATINA ELDEN ÇIKARTILIYOR”
"Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık birikimi olan, “Yerli” ve “Milli” nitelik taşıyan tüm kurumlar, fabrikalar ve işletme tesisleri, adeta, “Yangından mal kaçırırcasına” ve “Öldüm fiyatına” elden çıkarılmaktadır.
Yüz yılda yaşanan tüm sıkıntılar ve zorluklara rağmen kurulabilmiş, yerli sanayimiz çökertilmekte, 17 yıl boyunca, tek bir fabrika dahi açmayan AK PARTİ iktidarınca, Milli ekonomimiz tasfiye edilmektedir.
TÜİK’in yeni açıklamış olduğu sanayi üretim endeksindeki düşüşte bu söylediklerimizi teyit eder niteliktedir.
Sanayi üretimi, 2018 yılı Kasım ayında, 2017 yılının aynı ayına göre yüzde 6.5 oranında düşmüştür. Böylece sanayi üretimi 4 ay üst üste gerilemiş bulunmaktadır.
AK Parti’nin “Gelişiyoruz, sanayileşiyoruz” sözleri, bizzat TÜİK tarafından yalanlanmaktadır.
AK Parti, Türk ekonomisini “Ne varsa sat, popülist harcamalarla siyasetini finanse et”, yetmiyorsa “Sıcak para bul” bu da yetmiyorsa, “dünyanın en yüksek faiz oranı ile borçlan!” anlayışıyla bir çıkmazın içine sokmuştur.
Onlarca kez ifade ettik. Gidilen yol, yol değildir. Uyguladığınız yanlış ekonomi politikalarıyla Türk ekonomisi “Bir alamete binmiş, kıyamete yol almaktadır.”
AK PARTİ, en son Milli Silah Sanayimizin en önemli tesislerinden olan, Sakarya’daki Tank ve Palet fabrikasına göz dikmiştir.
Bu fabrika, AK PARTİ nin gözdesi BMC şirketine ve onun Katar’lı yabancı ortağına verilmektedir. “Fabrikayı satmıyoruz, işletmesini devrediyoruz” gibi masumane bir kisveye büründürme gayretine rağmen, açıkça yandaş şirkete peşkeş çekilmektedir.
Cumhurbaşkanı “40-50 milyon dolar yatırım yapılacaktır” diyerek tepkileri yumuşatmaya çalışmaktadır.
Batının bizi kıskandığı iddiasıyla övünerek yönettiğiniz devletimiz, 40-50 milyon dolar bulup yatırım yapamamışta, bir şirkete mi muhtaç olmuştur?
Ayrıca kimdir bu Ethem Sancak ve şirketi?
Şirketi, sadece Türkiye’de değil, dikkatinizi çekiyorum, dünya sıralamasında en çok Kamu İhalesi ile beslenen 10 şirketten birisidir.
Kendisi de “Ben Türk değilim, Arap’ım. Türk olmaktan mutluluk duymam, üzülürüm” diyecek kadar “Yerli” ve “Milli” likten uzak bir kişidir. Bu zihniyete, Silah Sanayimizin en önemli tesisini vermek, Millilikle nasıl izah edilecektir?
Ülke kaynakları ve devlet imkanlarıyla semirip zenginleşen, ama gönül aidiyetini halen sınırlarımız dışında arayan bir şahsın “Yerli” liği ne kadar inandırıcı olacaktır?
Bu işin izahı şudur!
Türklüğü ayakları altına alan zihniyetin, “Ne mutlu Türküm” bile diyemeyen bir şahsa ve onun yabancı ortaklı şirketine, silah sanayimizin en stratejik tesisi olan Tank ve Palet fabrikasını peşkeş çekerken, yaptığının, Milli çıkarlarımız ile uzaktan yakından alakası olamaz.
Sakarya’daki fabrika;
Ordumuzun envanterinde bulunan, tüm zırhlı-paletli araçların ana bakım faaliyetlerini yürütüyor ve bu araçların sürekli “çalışır” vaziyette kalmasını sağlıyor. Bununla birlikte, ithal edilmiş silahların yedek parça tedariki ve bakımlarını da yaparak ordumuzun dışa bağımlılığını azaltıyor.
İlave olarak, ülke savunmamızın en önemli silahlarından Fırtına obüslerini üretiyor.
Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tüm birliklerinin palet ihtiyacını karşılıyor.
Bu fabrikayı “satmıyoruz, işletmesini devrediyoruz” sözünün milleti kandırmak dışında bir geçerliliği yoktur. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Mayıs 2016 tarihli özelleştirme portföyünde “İşletme Devri” nin “Geleneksel Özelleştirmeler” başlığı altında sayıldığı açıkça görülmektedir.
Milletimiz adına soruyoruz!..
“Yerli ve Milli Silah Sanayimizi kuruyoruz. Dışarıdan beşe aldığımızı, üçe mal ediyoruz” sözü doğruysa, ekonomimizi ciddi bir yükten kurtaran, ordumuzun dışa bağımlılığını azaltan bu fabrikanın Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kalması sizi neden rahatsız etmektedir?
Yerli üretim dolayısıyla milletin cebinde kalacak olan para neden yandaş şirketinizin cebine yönlendirilmektedir?
İşletmesini devrettiğiniz şirketin, iddia edilenin aksine, zırhlı araçlarda hiçbir deneyimi yoktur. Bugüne kadar zırhsız kamyonlar dışında, Türk Silahlı Kuvvetleri için ürettiği “Kirpi 4x4” araçları dışında hiçbir üretim gerçekleştirmemiştir.
Bu fabrikanın elden çıkarılışı, “Oldu-bittiye” getirilmiştir. Bu devir için, ihale açılmamış, hiçbir teklif toplanmamış, hiçbir sözleşme imzalanmamıştır.
BMC ve Sancak grubuna, “işletmenin devri” kamuoyuna açıklanmadan çok daha önce, fabrika sahasında, ofis açma gibi bir ayrıcalık verilmiş, sadece kendi çalışanlarının girdiği bir alan tahsis edilmiştir.
Cumhurbaşkanı’nın açıklaması ise, bu hukuksuzluğu meşruiyete çevirme çabasından ibarettir.
Yani “ben verdim, oldu!” nun ilanıdır.
Ancak, Milli çıkarlarımıza ve hukuka aykırı bu kararların pek çok kez muhakeme konusu olduğunu, bürokrat, siyasetçi, iş adamı kim olursa olsun, sorumluların er-geç yargı önünde hesap verdiğini hatırlatmayı bir vazife addediyor, Milli güvenliğimizi de yakından ilgilendiren bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmesinin, hem iktidarın hem de milletimizin hayrına olduğunu belirtmek istiyoruz."
“KABUL ETMEK ZOR GELSE DE...”
"Son günlerde, güney sınırlarımızda cereyan eden olaylar, Suriye meselesinin tamamen kontrolden çıktığını, çözülmez bir kördüğüme dönüşerek, kaotik ve riskli bir hal aldığını göstermektedir.
Suriye’deki gelişmeler, maalesef, Türkiye’nin hakim olamadığı bir safhaya evrilmiştir.
Erdoğan ve AK PARTİ hükümetleri, her zaman temkin ve tedbiri önde tutan, asırlık birikim ve deneyimlerle inşaa edilmiş geleneksel dış politikamızı küçümsemişler,
“Ortadoğu’da oyun kuruyoruz”
“Dış politikada kabuğumuzu kırıp, ezber bozuyoruz” söylemleri ile ortaya çıkmışlardır.
Bu zihniyetin, dış ilişkilerimizde uygulamaya koyduğu aceleci, tutarsız ve kişiselleştirilmiş politikalar ve diplomasi hamleleri, Milli güvenliğimizi gelişen konjonktürlerin insaf ve vicdanına, uluslararası güçlerin dayattığı emrivakilere mahkum hale getirmiştir.
Türkiye, hiçbir zaman dış politikanın, iç siyasete bu denli malzeme yapıldığı, atılacak adımlar ve yapılacak hamlelerin Milli dış politikamızın gereklerine göre değil de içerideki siyasi tansiyon ve nabza göre şekillendiği bir başka döneme tanıklık etmemiştir.
Ülkemiz, bugün hükümetin yanlış hesap ve öngörüleri ile, ne yazıktır ki, sıcak savaş ve çatışmaların eşiğine kadar gelmiştir.
Kabul etmek zor gelse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bölgede, her yönden gelebilecek saldırılara açık bir hedef konumundadır.
İdlib’teki aşırı dinci unsurların ve terörist olarak tanımlanmış silahlı grupların bölgeden temizlenmesi görevini üstlenmiş bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları, maalesef gözlem noktalarında adeta “ev hapsi” ne alınmış durumdadır.
Menbiç’te ise, Türk Silahlı Kuvvetleri ve ABD ordu güçlerinin kırsal arazide birlikte gezinmelerinin ötesinde bir şey yapılamamaktadır. Halbuki, PYD/YPG güçleri şehir merkezindedirler.
Oysa Menbiç’te bu saatten sonra yapılması gereken bir tek şey vardır: O da Fırat’ın doğusuna geçmektir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir “kabile devleti” değildir, olamaz.
Muktedir devletler az konuşur, ama gereğini yapar."
“TRUMP VE BENZERLERİNE BU CÜRRETİ VEREN…”
"İçeriye siyasi mesajlar vermek için, diplomasi dilini terk ederek, akşam ayrı sabah ayrı yapılan konuşmalar devletimizin itibarına maalesef gölge düşürmektedir. “İki üç gün içinde operasyona başlıyoruz”, “Fırat’ın doğusuna geçiyoruz” gibi afaki, ama bir o kadar da yaldızlı sözlerin diplomaside karşılığı yoktur. Sürekli böyle yapıldığı için dış politikada inandırıcılığımız ve kararlılığımız sorgulanır hale gelmiştir.
Fırat’ın doğusu ise, Trump’ın dün yaptığı açıklamalarla başka bir mevsime kalmıştır. Bunu gören ABD Başkanı, haddini, hududunu aşarak “Seni en zayıf yerinden, ekonominden vururum” deme cüretini ve saygısızlığını göstermiştir.
Türk milleti, bu sözlerinden dolayı ABD ye ve onun şımarık başkanına öfkelidir. Herkes çok iyi bilmelidir ki güvenliğini tehdit eden terörizme karşı mücadele etmek için Türkiye hiç kimseden müsaade isteyecek değildir. Ancak, Trump ve benzerlerine bu cüreti veren de, Cumhurbaşkanı’nın uluslararası hassasiyetleri ve üslubu yok sayarak sırf iç siyaset malzemesi olarak kurduğu cümlelerdir.
Bu yeni krizin varacağı yer ise, Irak’takine benzer bir süreçtir. ABD’nin sözünü ettiği “Tampon Bölge” yi, yine bir “uçuşa yasak bölge”nin takip etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Sayın Erdoğan’ın, Trump ile yaptığı telefon görüşmesi sonrası basınla paylaştığı; “ülkenin kuzeyinde terörden arındırılmış güvenli bir bölge oluşturulması fikrini ele aldık” sözleri, Irak’ta yaşanan sürecin, aynısı ile Suriye’de de yaşanmasının önünü açtığı anlamını taşımaktadır ki, biz İYİ PARTİ olarak bu sözleri son derece tehlikeli ve kabul edilemez buluyoruz.
Hükümete hatırlatmak isteriz ki, ABD nin dillendirdiği “tampon bölge projesi”, PKK/YPG nin koruma altına alınması ve meşrulaştırılmasıdır.
Asıl şaşırtıcı olan; Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’nun “Tampon bölge zaten bizim fikrimizdi” diye beyanda bulunmasıdır. Görülmektedir ki, Sayın Çavuşoğlu, ABD nin kastettiği tampon bölgenin ne anlama geldiğini ve bu uygulamanın Irak’ın kuzeyinde federe bir yapılanmayı ortaya çıkardığını unutmuş gözükmektedir. Dış politikamız açısından asıl zaafiyet ve tehdit bu olsa gerektir."
“TRUMP’IN İSTEYİP DE ERDOĞAN’A YAPTIRAMAYACAĞI BİR ŞEY KALMAMIŞTIR”
"Bilindiği üzere, 1991 yılında ABD tarafından uygulamaya konan “Büyük Ortadoğu Projesi” 22 ülkeyi kapsayan ve sınır değişikliklerini öngören emperyal bir projedir. Projenin iki temel amacından biri İsrail’in güvenliğini temin etmek, diğeri ise ABD nin Ortadoğu’daki etkinliğini artırmak ve enerji kaynaklarını kontrol etmektir. Bu çerçevede yapılacaklardan biri de; Irak, İran Suriye ve Türkiye’den parçalar kopartarak sözde büyük Kürdistan devletini oluşturmaktır.
Uygulanan strateji önce bu devletlerde terör örgütleri kullanılarak bir iç kargaşa yaratmak, sonra bu kargaşayı bitirip ülkeye barış ve huzur getirme bahanesi ile o ülkeye müdahale etmek, bir tampon bölge oluşturarak kurulacak uydu devlet için şartları hazırlamaktır. Bu strateji Irak’ta gerçekleştirilmiş, federe bir yapı ortaya çıkarılmıştır. An itibariyle Suriye’de de aynı strateji uygulanmaktadır.
Bugün itibariyle, maalesef, Trump’ın isteyip de Erdoğan’a yaptıramayacağı bir şey kalmamıştır.
Ayrıca “Dostum Putin” diye hitap ettiği Rusya Devlet Başkanı’nın ve ülkesinin alacağı tavır her türlü sürprizlere gebedir ve Türkiye için bir muammadır.
Suriye’nin bugünü ve yarını, ülke güvenliğimize muhtemel etkileri hakkında İYİ PARTİ’nin, dün TBMM’nin ve muhalefetin bilgilendirilmesi için genel kurulda yaptığı kapalı oturum teklifi kabul edilmemiştir.
Bu karar, milli iradenin ve muhalefetin yok sayılması anlamına gelmektedir. Ayrıca, dış politikada parlamentonun bir ve beraber hareket etmesini öngören devlet geleneklerimize de aykırıdır.
İYİ PARTİ olarak, dış politikada yapılması gereken doğrular konusunda, hükümete destek olduğumuzu ifade ederken, gördüğümüz riskleri ve eksiklikleri belirtmeyi de sorumlu muhalefet anlayışımızın gereği olarak değerlendiriyoruz."