"Tozdan dumandan ferman görünmüyor"
23 Ocak 2008 tarihinde bu köşede yayımlanan “Türban ateşkesi” başlıklı yazıda, sanki bugünü anlatmışız. Birlikte okuyalım.
“Türban tartışmaları tam bir keşmekeşe, meydan savaşına dönüştü. Böyle durumlarda işin esası bir kenara bırakılıyor, kavga ön plana çıkıyor. İşte çözümsüzlük de tam bu noktada başlıyor. Gerçek gündem ve öncelikler kayboluyor. Neticede kazanan yok, ama ülke kaybediyor.
Acaba kavgaya ara verip, harareti düşürdükten sonra, sakin bir ortamda çözüm aramak daha doğru olmaz mı?”
Gerçekten de, bir hasta ameliyat edilecekse, önce ateşin düşürülmesine çalışılır. Aksi takdirde kurtaralım derken hasta kaybedilir. Türban meselesi de buna benziyor. Ortam iyice gerilmiş, hararet yükselmiş, zıtlaşma ve kamplaşma had safhaya gelmiş. Tam bir çözümsüzlük hali ama, “Kılıçlar çekilemeyeceğine” göre tek çare, kavgayı durdurup, meseleyi soğumaya bırakmak gerekmez mi? Bunun için de ilk adımı atmak, illa ameliyatı yapacağım diyen iktidara düşmez mi?
Elbette ona düşer. Ama sanki o fırsat da kaçırıldı, bu defa iktidar partisi can derdine düştü. Çünkü toplum yararı yerine, ideolojik inadın öne çıkarılması, ülke şartlarını ciddiye almayıp, “oyum var-gücüm yeter” kısır anlayışı, kriz ortamını besledi.
Yukarda zikredilen yazımızda bu tehlikeyi işaret ederek, yanlışta devamın, daha büyük sıkıntılara yol açacağına dikkat çekmiştik. Oradaki tespit şöyleydi.
“Evet, bu meselenin hukuken ve siyaseten çözüm yolları tıkanmıştır. Anayasa’yı değiştirip, halletme yaklaşımı, işi hafife almaktır, yanlıştır. Zira, yeni yeni siyasi-sosyal kamplaşma ve kavgalara kapı açacağı görülmeli. Dış odakların rolü de ciddiye alınmalı. Gelin, ülkemizi göz göre göre daha tehlikeli bir duruma atmayın. Eğer niyetiniz bu değilse!..Onun için “türban ateşkes”i diyoruz.”
Korkulan başa geldi, iktidar bu durumun idrakinde mi? Zannetmiyoruz. Tam bir panik içinde, adeta tansiyonu yükseltmenin yolları aranıyor. İşte, Bülent Arınç ve bazı parti yetkililerinin akıl almaz sorumsuz beyanları; “dinci” olarak tanımlanan basının alenen halkı suç işlemeye teşvik etmesi. Hükümet toplantısından hemen sonra Erdoğan’ın gece yarısı TBMM Başkanı Köksal Toptan’a giderek harekete geçmesini istemesi, AKP’li basının, pasif kaldığı iddiasıyla Cumhurbaşkanı Gül’e ağır suçlamalarda bulunması, bir “savaş hazırlığı” değilse ne olabilir? Yine yılların siyasetçisi, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya’nın, “TBMM, Anayasa Mahkemesi kararını bütün hüküm ve sonuçları ile ortadan kaldırmalı.” teklifini, nasıl yorumlayacağız?
AKP’nin “bir bileni”
Çeşitli vesilelerle yazdık, AKP hep gerilim siyasetini benimsedi. Sanki bu bir stratejinin uygulanması gibiydi. Bunu; Erdoğan’ın yüksek ses tonunda, konusu ne olursa olsun her toplantıda, her çeşit muhalifini en ağır bir dille suçlamayı adet edinmesinde, Türkiye’nin ilk defa “kayıt dışı diplomasi ve siyaseti” tanımasında, varlığımızın kaynağı olan devletimizin ve milletimizin kimliğini değiştirmeye dönük ısrarlı söylemlerin hep gündemde tutulmasında, 36 etnik grup siyasetinin milletimizi bölmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmesinde ve benzer konularda gördük.
Peki AKP, her hükümetin tercihi olan, ülkede huzur ve sükunet stratejisini değil de yüksek gerilimi niçin seçmiş olabilir? Bunu belki, Erdoğan ve Gül’ün ağabeyi, yetişmelerinde emeği ve partinin “bir bileni” olduğu söylenen Korkut Özal’ın tavsiyelerinde bulabiliriz. Bunu özetlersek: Ben dedim ki, gündeme bir şey atacaksınız. Herkes onu tartışırken, yenisini, o bitmeden yine hep yenisini atacak, böylece gündemi elinizde tutacaksınız. Herkes gündemi tartışırken, toz-duman içinde siz arkanıza bakmadan hedefe yürüyeceksiniz.
Aslında bu stratejiyi ilk uygulayan Turgut Özal oldu. Ancak, daha ılımlı ve kontrol altında tutarak yaptı.
Sonuç: AKP, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara saygılı olacağını açıklamalı. Sonuna gelindiği görülen gerilim ve rejimle uğraşma siyasetini bırakmalı, hizmete yönelmelidir. Aksi halde halk, emaneti taşıyamayacaklarına kanaat getirecek.