Topluma ayna tutmak...
Yanlışımızın belirtilmesinden çoğunlukla rahatsız oluruz. Eksiksiz, kusursuz olduğumuzun söylenmesi hoşumuza gider. Biz insanların en tuhaf yönlerinden birisi de bu olsa gerek. Bu duruma ‘gerçekten kaçış’ dememiz sanırım daha doğru olur.
Yıllar önce televizyonda bir ressam, gençlik yıllarında köşe başlarında iki dakikada karakalem portre çizerek para kazandığını anlatırken şöyle bir olaydan söz etmişti: Ressam, 60 yaşlarında bir bayana portresini çizip verir. Bayan portreyi görünce ressama öfkeyle “Bu sarkık yüzlü, karga burunlu kadın ben miyim?” diye çıkışır. Ressam, “Yüzünüze iyice bakamadım efendim” deyip, özür diler. Sonra da önündeki kâğıda -arada bir kadına bakıyormuş gibi yaparak- yeni bir portre çizer. Çizdiği portre belleğindeki Marilyn Monroe portresidir. Bu portreyi kadına verir. Kadın dudaklarını bükerek portreyi biraz süzdükten sonra “Eh biraz bana benzemiş” der.
Toplumlar da kişilere benzer. Çirkin, utanç verici olayların yazılması, duyulması rahatsızlık verir. Oysa ‘gerçekçilik’ kişisel erdemin kaynağı olduğu kadar; toplumsal huzurun da koruyucusudur. Çürüme görmezden gelinirse; değil canlılar, demir bile erir; yok olur.
Toplumcu yazarın işi burada başlar. Yazar, toplumun güzelliklerinden söz ettiği kadar -özellikle- çirkinliklerini de dile getirmelidir. Yazarın, böylesi bir gerçekçilik içinde verdiği eser, toplumun önüne konulmuş bir aynadır. Toplum kendisini bu aynada görür. Şu da var ki -tıpkı ressamın başına gelen gibi- topluma ayna tutmak çok zordur.
Lütfiye Aydın, bu anlamda topluma ‘ayna tutan’ yürekli yazarlarımızdan birisi. Biz onu “İkili Yalnızlık”, “Cemre”, “Sengin Semai Bir Ölüm”, “Ölüm Erken Bir Akşamdır”, “Tsunami” öykü kitaplarından ve “Kül Tablet” adlı anlatı eserlerinden tanıyoruz. Bitmedi; Tanburi Cemil Bey’i anlatan “Bin Yıllık Beste”, ilk işçi kadın şairimizi tanıtan “Gizli Bir Kadın”, Gaziantep savunmasını dile getiren “Güneşin Çocukları”, Yemen ellerinde kırılışımız “Ah O Yemendir” gibi radyo oyunları... Sonra yurt içinde ve yurt dışında ‘bilgi’, ‘kültür’ örgülü nice çalışmalar... Alınan ödüller... Bunlar yine de Lütfiye Aydın’ı tam olarak anlatamaz.
“Gri Gül” ise Lütfiye Aydın’ın son eseri. Kitap dokuz öyküyü barındırıyor. Her öykü toplumun adeta aynadaki bir tuhaf görüntüsü... İçlerinde öyleleri var ki; okurken bunalıyorsunuz; kendi kendinize “Bunlar bizim toplumda mı oluyor?” diyorsunuz. Bu anlamda beni en çok sarsan “Mahzul” ve “Sonuncu Kat” adlı öyküler oldu. “Sonuncu Kat” ‘insan’ olanlar için utanç verici ve yazarın ‘yangın yarası’ ile kurtulduğu gerçek bir olay... Lütfiye Aydın, “Bedih Kimdi” öyküsünde de, dede Bedih’le -televizyonlardan gazelleriyle tanıdığımız- “Kazancı Bedih” i, harika bir anlatımla buluşturuyor. “Boşluğa Yazılan” da ise Türkiye’mizin toplumsal yarası olan çağdışı geleneklerin -töre adıyla anılması da ayrı bir üzüntüdür- bir genci nasıl perişan ettiği işleniyor.
Hani divan şiirinde gazelin en güçlü, akılda kalan beytine “Beyt’ül gazel” denir ya... İşte bu kitapta -kimse kusura bakmasın- benim için; Beyt’ül gazel, “Kapanma” öyküsüdür. Yazar burada gerçekten sanatını ’konuşturmuş’. Öykünün gizemli girişi, kahramanın yaşamı okuyucuyu sarıp sarmalıyor. Sürpriz sonuçla bitmesi ise ayrı bir güzellik.
Değerli yazarımız Lütfiye Aydın’ı alkışlıyorum. “Gri Gül” okunacak bir eser. Bu eseri bizlere Can Sanat Yayınları sunmuş. Esere 212. 252 56 75 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz. Haftaya buluşmak dileğiyle...