Toplu mezarlar coğrafyası
Mustafa Burak Doğu çok güzel özetlemiş: “Mısır’daki katliamı lanetliyorum. Doğu Türkistan’daki, Kerkük’teki yahut da Türklük coğrafyasının herhangi bir noktasındaki katliamı tel’în eder gibi hesapsız, kitapsız, yürekten lanetliyorum. Hem ben böyle yapmasam, Doğu Türkistan’ın adından bîhaber, Kerkük’ün derdinden bigâne İslâmcılardan ne farkım kalır?”
Gerçekten öyle... Bir fark koymak lâzım, katliamları, acıları, dramları, ideolojilerine ve yakınlık derecelerine göre özelleştirip, kategorize edenlerden... Dinî, ırkî veya mezhebî bağ, mazlum ve silahsız sivillerin katledilmesi gibi olaylara tepki veya tepkisizlikte belirleyici olmamalı...
Mısır’da darbeye direnen silahsız insanların demokratik eylemlerine yağdırılan kurşunlar, neo-firavun zincirinin son halkasının işlediği insanlık suçudur... Adeviyye’de bütün korkakların aynı zamanda zalim olduğu bir kere daha tescillenmiş, Batı dünyasının ‘darbe’ demeye bir türlü varmayan o ikircikli dilinden aldığı cesaretle darbeciler ölüm yağdırmıştır... Katliamdan sonra ‘taraflara şiddete son verme’ türünden çağrılar ise bu büyük drama yaklaşım biçimlerindeki hafifliği özetliyor aslında...
İslâm coğrafyası, onlarca yıldır ateşin, barutun ve ölümün coğrafyası... Ölen Müslümanların sayısının pek bir önemi yok!.. Düzineyle de ifade edilebilir, onlarca diyerek de!.. Bu durum sadece Batı dünyasının çifte standardıyla açıklanabilir ve İslâm dünyasını sorumluluktan kurtarabilir bir durum değil... Bosna, kritik eşikte Batı’nın ne kadar güvenilmez bir sicile sahip olduğunu ispatlamış olmalıydı... Silah ambargosu Sırpların değil, Boşnakların aleyhineydi fakat umurlarında olmadı... Sadece Srebrenitsa’da BM askerî gücünün denetim alanında ve gözü önünde yaşanan katliam bile, Batı’da egemen anlayışa göre ‘insan’denince kimlerin bu kategorinin dışında tutulduğunu belgelemeye yetiyor... Bugün Lahey’de yapılan yargılamalar, Avrupa’nın içinde yaşanan soykırımdaki parmak izlerini silmeye yetmiyor...
Günümüz İslâm topraklarının neredeyse tamamında uşak ruhlu, mazbatalarını halklarının iradesinden değil emperyalizmden alan yönetimler hâkim... Rejimleri ister demokrasi, ister şeriat, ister dikta olsun, ‘iyi’ veya ‘kötü’lüğü küresel güçlere hizmet ve işbirliği kapasiteleriyle ilişkili... Burada bir zaaf yaşandığında ‘korunası’ hâlden derhal ‘yıkılası’ hâle evriliyorlar... Görevi diğer köleleri kontrol altında tutmak olan ‘imtiyazlı zengin köleler’in ara sıra tura çıkan ‘mobil baharlar’dan etkilenmemesini bir de bu gözle incelemek lâzım...
İKÖ, ağırlığı olmayan zavallı bir çatı örgüt... Mısır’daki darbeye ilk desteklerin Körfez’deki işbirlikçi Arap sermaye sahiplerinden gelmesi ilginçti değil mi? Mısır’ın yarım yamalak da olsa emeklemeye başlayan ‘demokrasi’ deneyi onları ürkütmüş olmalıydı... Arsenal gibi, Paris St. Germen gibi Avrupa’nın futbol devi kulüplerine, Müslümanlar sefalet içindeyken milyarlarca dolar akıtan Arap sermayesi, maliyeti on dolar olmayan futbol topuna, sırf Dünya Kupası finalinin başlangıcında dokunuldu diye milyon dolarlar veren bir kültür, Adeviyye’de meydana gelen acılardan ne kadar etkilenebilir?
Mısır’da yaşananlar sadece Mısır’ın değil, fikrî sefalet ve idarî rezalet içinde kıvranan bütün İslâm dünyasının ortak trajedisidir... Adeviyye’yi kan gölüne çeviren firavunlar da, petrolü neresine süreceğini şaşırmış Arap hanedanlar da, halklarını ezen tiranlar da bu trajediden besleniyorlar...
Olan, ümmetini bir insanın âzâlarına benzeten ve birinin acısının diğerini de etkilemesini buyuran Peygamber’in ümmetine oluyor... O, sorgulamayı yapmadıkça ve “Neden?” sorusuna cevap bulamadıkça, üstüne ateş yağıyor, coğrafyası ‘toplu mezarlar coğrafyası’na dönüşüyor...
Ramazan günü Mısır’da masumâne eylemleri ateşle bastırılan mazlumlara rahmet, Arap dünyası olunca ayağa kalkıp, Doğu Türkistan, Kerkük ve diğer Türk coğrafyalarında yaşanan acılara sessiz kalanlara irfan, akıl ve Peygamber buyruğundan nasip diliyorum...