Tiyatro sanatçılarının çilesi
Geçen hafta sizlere yaptığım vaadi tehir ediyor, “Ekonomi” yerine “İstanbul Şehir Tiyatrosu” konusunu ele alıyorum. Günlerdir tiyatrolarının hukuki kimliğini kurtarmaya çalışan sanatçı arkadaşlarımın çilesini bölüşmek, sadece kültür eski bakanı olmamdan kaynaklanan bir sorumluluk değil aynı zamanda bir hâysiyet borcudur.
Sanatçının kolay yetişmediğini bilmek ve sanatçının çoğunlukla idealist yapıda olduğunu idrak etmek zorundayız. Bütün sanatçılar kendi sanat dallarına adanmış bir hayatın sahipleridir. Tiyatro ise hepsinden daha çok fedakârlık ister. Bir ressam, bir müzisyen, bir yazar istediği zaman çalışır ama tiyatro böyle değildir. Devamlı özveri ister. Temsil ettiği rolü yaşamak ve kendi benliğinden çıkarak “O” olmak kolay iş midir?
Önünde saygıyla eğilmemiz gereken Yaradan’ın üstün meziyetleriyle bezediği (sanatkâr kimliği) bizden sadece şahsiyetine, kimliğine hürmet bekler. Bu tavırda samimi olduğumuz ölçüde sanatını gönlünce yerine getireceği hürriyet şartlarını sağlamamızı ister.
İşte “İstanbul Şehir Tiyatrosu” nda yaşanan fırtınanın sebebi budur.
Hükmi şahsiyeti olan, 98 yıllık bir tiyatro abidesini yıkmak ve ona siyasetin gömleğini giydirerek sanatçı kimliğini “köle görmek” hiç kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bu vatanın insanlarının her birisi gerektiğinde Dadaloğlu’nun ruhiyle dirilir ve “Hakkımızda sultan etmiş fermanı -Ferman padişahın, dağlar bizimdir.” demesini bilir ve işte gördüğünüz gibi yıllardır tiyatroyu yöneten değerler içleri yansa da teker teker istifa eder.
İstanbul Belediyesi şehir tiyatroları yönetmeliği 20/05/1981 tarihini taşıyor. 1.Maddesinde: Eski adı “Darülbedayi” olan şehir tiyatroları İstanbul Belediyesine bağlı katma bütçeyle yönetilen bir sanat kurumudur diyor. Bugün çalışanların haklı olarak karşı oldukları İstanbul Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı yönetmelik 1.Maddesinde şu hükmü getiriyor: “Bu yönetmeliğin amacı eski adı ’Darü’l-Bedayi-i Osmanî’olan şehir tiyatroları Şube Müdürlüğünün teşkilat yapısını, hukuki statüsünü, görev, yetki, çalışma usul ve esaslarını belirlemektir. Böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı, katma bütçe ile yönetilen 98 yaşındaki ” Darü’l-Bedayi-i Osmanî “nin Şube Müdürlüğü statüsüne indirilmesi fevkalade yanlıştır. Katma bütçe ile yönetilen tiyatro harcamalarındaki esneklik ve hız kesilecektir. Her türlü masrafında Büyükşehir Belediyesinin bürokrasi çarklarının içerisine girecek ve tiyatronun istediği hızlı ve serbest hareket yeteneğini kaybedecektir. Yeni hazırlanan yönetmelikle genel sanat yönetmeninin yetkileri müdürlük makamına devrediliyor. Repertuar kurulu Edebi Kurula dönüştürülüyor. Sahneye konulacak oyunların Edebi Kurul tarafından seçilmesi, sembolik bir makam haline getirilen Genel Sanat Yönetmenliğinin bu oyunların içinden o yılın oyun listesini tespit etmesi şartı getiriliyor. Tiyatroyu Genel Sanat Yönetmenin temsil etmesi esası kaldırılıyor.
Bu gelişmelerle ilgili İstanbul Belediye Reisi büyük ölçüde sessizliğini korudu. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Günay arkeolojide kalmayı tercih etti. Ancak Sayın Başbakan fevkalade bir hışımla konunun içerisine girdi. Sayın Başbakan’ın böylesine sert, öfkeli olmasını doğrusu anlamakta zorlanıyorum. Konuşmaları bütünüyle sanatçıları hor gören bir üslup içindeydi. Bu konuşmanın, bu üslûpla partisinin gençlik kollarında yapılması ise bir diğer talihsizliktir. Çünkü dindar bir nesil yetiştireceğiz diyen Sayın Başbakan gençlere öncelikle Kur’an’ı öğretecektir. Kur’an’ın ifadesiyle: ” Dünya insan için yaratılmıştır. Kâinatın özü insandır. “ İslam dini hakareti ve haksızlığı asla tasvip etmez. Bu konuyu gençlere bir hakaret üslubu içinde anlatmak yerine sevgi ve saygı üslubuyla anlatsalardı çok daha verimli ve doğru bir iş yapmış olurlardı. Öfkenin özelleştirme kararına kadar varması yanlışın ötesinde felâkettir.
Roma imparatoru Mark Orel mistik bir şahsiyetti. Tasavvuf terbiyesinin kendisine verdiği derinlikle düşüncelerini sefere giderken at sırtında bile yazmış ve ” Kendime “ adını taşıyan bir kitapta toplamıştır. Diyor ki: ” Yarın öleceğinizi bilseniz nasıl hareket ederseniz, insanlara daima öyle davranın. “ Hepimiz için çok büyük değer taşıyan bu sözün Sayın Başbakan tarafından da duyulmasını temenni ediyorum.
Dünya’nın herhangi bir yerinde bir insana yapılan haksızlığı kendinize yapılmış kabul etmezseniz, o haksızlık mutlaka sizi de kurbanları arasına bir gün alacaktır. İşte bu ölçüyle hepimiz her türlü hukuksuzluğa ve yanlışa Hayır diyelim!..