Tiyatro mu, teslimiyet mi, yoksa?.
Bilindiği gibi 1999’dan itibaren bölücü etnik terör örgütü PKK, dağıtılıp eylem yapamaz hale getirilmiş, elebaşı Apo yakalanıp idama mahkum edilmişti. Şehit cenazeleri gelmiyordu, artık ülke olağan yönetime dönüyordu. Sıra, terörün bir daha hortlamaması için, zihinlere sızan virüslerin temizlenmesi, psikolojik, ekonomik ve kültürel tedavinin yapılmasına gelmişti.
2002’de iktidar değişince, devletin terörle mücadelede başarılı olan siyaseti de alabora edildi. Bu dönemde, bölücü terör örgütü muhatap alınarak, pek çok “görüşme, pazarlık, müzakere” ve nihayet “mutabakat” yapıldığı ortaya çıktı. Bu, bölücü örgütü meşrulaştırıcı ilişkiler, milletten gizli olarak, 2007’ye kadar sürdürüldü. Bu yolda bazı bilgiler sızınca da iktidar, meydan meydan dolaşarak, herkesin gözlerine baka baka bunu şiddetle reddetti, hatta görüşmeleri “şerefsizlik” olarak ilan etti. İki gün sonra da “ben değil, devlet görüştü” diyerek, ibretlik bir itirafta bulundu. Sonra; 2009’da yaşanan Habur rezaleti, 2011’de Dicle Haber Ajansı’nın yayımladığı ses kaydı ile ortaya çıkan 5. Oslo (daha önce 4 kez görüşülmüş) mutabakatı ve Ocak 2013’de teröristbaşı Apo ile hücresinde yapılan 4 safhalı “İmralı Mutabakatı” ile devam edildi. Böylece inkâr dönemi kapanmış, aleniyete dayanan yeni bir dönem başlamış oldu.
Bu yeni dönemde inkâr geçerli değildi. Zira her şey aleni olarak yürüyordu. Ama, pazarlıkların selameti (!) için, Türk Milleti gerçekleri bilmemeliydi. Bunun için, zihinleri karıştıracak başka bir tekniğe, taktiğe ve slogana ihtiyaç vardı. Bu da kolay oldu: “Şehitler gelmesin, kan akmasın ve analar ağlamasın” ın ardına saklanarak, adına “Çözüm süreci”, “Milli birlik ve kardeşlik projesi” denilen dönem başlatıldı. Bu program, iktidarın gözetiminde yoğun medya desteği ile uygulanmaya kondu; böylece bölünme yolunda önemli başarılar (!) elde edildi. Hem de, yakan yıkan, bölgede egemenlik kuran terör eylemlerine, verilen şehitlere, akan kana ve gözyaşına rağmen elde edildi. Hatırlayalım, 2002’de bunların hiçbiri yoktu. Gariptir, böyle bir ortamda, “terörü önleyeceğiz” diyen iktidarın siyaseti sayesinde, terör hortlamış, devlete meydan okuyacak, “özerklik” aldatmacasıyla devlet kuracak bir konuma gelmiştir.
Türk Milleti sadece yukarıdaki taktik, slogan ve programlarla mı uyutuldu? Hayır. PKK/KCK terörünün Türk Milletini ayağa kaldıracak saldırıları olduğunda, ağız birliği ile, “provokasyon var”, “barış süreci tehlikede” gibi yaygaralar yükselmeye başladı. Provokasyon, “kışkırtma” demek değil mi? Evet. Peki kim kimi kışkırtıyor da, “süreç tehlikeye giriyor?” O da belli; PKK, azgın terörle, egemenliğimize ve mukaddeslerimize saldırmakla kışkırtmış oluyor. Kimi mi? Elbette mülkün sahibi Türk Milletini. Türk Milleti kışkırtılır da, uyanırsa, “barış süreci” tehlikeye girmez mi? Elbette girer. 10 yıldır, ikide bir, kâh iktidar, kâh PKK/KCK, kaç bininci defa “provokasyon var!!!” diye ortalığı karıştırmıyor mu? Yani kafaları... Oyunu görüyor musunuz?
Aleniyet döneminin, Türk Milletini uyutucu iksirleri bundan ibaret mi? Hayır. Belki “provokasyon” yaygarasından daha da etkili olan başka bir yaygara daha var. O da; tarafların, sıklıkla birbirine meydan okumasıdır. İktidarın başı çıkıyor, “Bizim için kamu düzeni esastır. Düzen zarar görürse, süreç devam edemez” diyor. “Oh... nihayet devlet kurallarını hakim kılacak, egemenliğine sahip çıkacak” diyoruz. Ne gezer... Nitekim, PKK/KCK ortada ne kamu düzeni, ne kanun bırakıyor, müdahale eden de yok, düzeni sağlayan da. Terör örgütü çıkıyor, “İktidara 3 ay süre tanıdık, bu sürede müzakereler başlamazsa, ülkenin altını üstüne getiririz” diyor. Biraz telaşlanmalar (!) oluyor, sonra süre doluyor, değişen bir şey yok; yola devam ediliyor. Bu örnekleri siz yüzlere ulaştırabilirsiniz. Burada önemli olan, karşılıklı meydan okumalarla, kamuoyundaki endişelerin bastırılması ve giderilmesidir. Bu da sağlanmış olmaktadır.
Haksızlık (!) etmemek için bir açıklama yapmalıyız. Taraflar denilince, aldatılan ve uyutulanın sadece Türk Milleti olduğu unutulmamalıdır. Zira, 10 yıldır yapılan bütün pazarlıklarda, iktidarın herhangi bir karşı şartının olmadığı, gündemin değişmeyen tek maddesinin, PKK/KCK taleplerinin hayata geçirilmesi olduğu bilinmelidir. Bölücü örgüt taraftarları için böyle bir aldatma söz konusu değildir.
Soru, peki iktidar böyle bir duruma neden razı oluyor? Çok yazdık, hem de kesin delilleriyle. Bir daha yazalım; İktidarın baş(lar)ı, “Türkiye sadece Türklerin değildir. Burada yaşayan diğer etnik gruplar da, (kişilerin denilmiyor), hak sahibidir. Cumhuriyet kurulurken bunlar yok sayıldı, inkâr edildi. Osmanlı’da böyle değildi. Biz bu haksızlığı ortadan kaldıracağız” diyor. Yani, ne Osmanlı’da, ne de dünya hukukunda asla yeri olmayan, egemenliğin paylaşılmasından bahsedilmektedir. Haçlıların da, PKK’nın da iddiası aynı değil mi? Terör de, bu sapık emperyalist iddiaya dayandırılmıyor mu?
SONUÇ: İktidarın siyaseti; teslimiyetinden değildir. Projesine uyan, senaryosu emperyalistlerce yazılmış bir tiyatroda rol almasındandır.