"Titanyum-man" de olsan, olmazz!
Allah'tan görüntüleri Anadolu Ajansı servis etti de "montaj" suçlamasıyla karşılaşma riski olmaksızın konuşup-yazabiliyoruz üzerine. (Hoş, durumla yüzleşmek canlarını çok sıkacak olursa -çok mu zor- bir "kripto" fail de uydurabilirler pekala...)
***
Efendim, onlarca kamera tarafından belgelendiği üzere, Cumhurbaşkanı, Ukrayna'da, Devlet Başkanı Petro Poroşenko'yla düzenledikleri ortak basın toplantısı sırasında uyuyakaldı.
Çoğu kimsenin gözünden kaçtı ama aynı manzara, geçen hafta, İran ziyareti sırasında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile düzenlenen basın toplantısında da yaşanmıştı.
Biri,- zannediyorum şu anda bunu yapabilecek en etkin kişi Emine Hanım- Cumhurbaşkanı'na şunu hatırlatmalı:
Hepimiz gibi Cumhurbaşkanı da bir "dünyalı"; gezegenimize bir kurtarıcı olarak "Kripton"dan yollanmadı! Ki bu bir "eksiklik", "zafiyet" de değil "süperman" ol(a)mamak "insan" olmanın gereği.
Ne kadar güçlü, kuvvetli, kudretli, sıhhatli olursanız olun, ne kadar organik beslenirseniz beslenin, hangi vitaminlerle takviye edilirseniz edilin, insana emanet olan "beden"in sınırları belli.
Ve...
Hadi muhalefetin siyasi itirazlarına kulak asmıyorsunuz, hadi hukukçuların ikazlarını dikkate almıyorsunuz, hadi oturtmaya çalıştığınız sistemin toplumda yarattığı endişeyi umursamıyorsunuz, bedeninizi dinleyin bari.
"Bir insan" AKP Genel Başkanı olabilir...
"Bir insan" AKP Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olabilir...
"Bir insan" AKP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olabilir...
"Bir insan" Millî Eğitim Bakanı olabilir...
"Bir insan" belediye başkanı olabilir...
"Bir insan" Başbakan olabilir...
"Bir insan" TBMM Başkanı, Başkanvekili olabilir...
"Bir insan" Cumhurbaşkanı olabilir...
Ama "bir insan", dediğim gibi hadi Anayasal, toplumsal vs. mahzurları da bir kenara ittik, doğasına aykırı, her biri tek başına bile insanüstü enerji gerektiren bütün bu sıfatların ve daha fazlasının hepsini birden olamaz!
Hem il-ilçe başkanı atamalarını, hem belediye başkanlarının görevden alınmasını, hem koca TBMM Genel Kurulu'nda günler-aylarca tartışılması gereken yasaları bir gece ansızın "KHK"yla, hem sınav sisteminin belirlenmesini, hem kesilecek ağaçların, dikilecek binaların yer tespitini, hem grup toplantılarını, hem teşkilat kamplarını, hem iç-dış gezileri... Hepsini, her şeyi tek başına yapamaz! Yapmaya kalkarsa, değil etten kemikten, en güçlü metalden de olsa; "titanyum-man" filan da olsa mesela yine de yorgun düşer, pes eder, havlu atar bünyesi.
Hiçbir şey olamadı, bu görüntüler vesile olmalı ve Cumhurbaşkanı "güçler ayrılığı"na dönüşü bir kere düşünmeli!
***
Özür diliyorum
Rol yapmaya gerek yok.
Güneydoğu Gazisi de olan "kaptan" Osman Çakmak, gırtlağı yırtılırcasına bağıra bağıra "Şu ay-yıldıza bak... Bu ülkeyi kimse yenemez... Sayın Cumhurbaşkanım, Başbakanım, Spor Bakanım, final maçını Vodafone Arena'da oynamak istiyoruz" diye feryat etmeseydi adeta;
Tıpkı, 2014'te Dünya Şampiyonası'nda "Bizans oyunları"na maruz kalırlarken olduğu gibi ruhumuz bile duymayacaktı Ampute Millî Takımı'nın bu şampiyonada yazdığı destansı hikayeyi...
Bu nedenle...
Elbette çok alkışlıyorum, çok tebrik ediyorum, çok duygulanıyorum ama...
Her şeyden önce ve her şeyden çok;
Böyle yüreklere kör, sağır kaldığım için özür diliyorum kendi adıma!
***
Yeni partiyi bırak, ittifak yaptığın AKP'ye bak
Ümit Özdağ'ın "yeni parti ülkücü bir parti değil" sözlerine mal bulmuş mağribi gibi saldıranlar, Binali Yıldırım'ın "Biz Türk milliyetçiliğine kaymadık" sözlerini tınmadı; kayıtsız kaldı.
Tersi olması;
Yani, zaten her şeyiyle reddetmiş oldukları, "düşman" belledikleri bir partinin kimliğini, kendi kimliklerinden ayırmış olmasına sevinirken, örtülü koalisyon görüntüsü verdikleri, "millî meseleler"de açık desteklerini ilan edip ittifakla hareket ettikleri partinin "Türk Milliyetçiliği"ne koyduğu mesafeye tepki göstermeleri gerekmez miydi!
***
Amerikanperestler korosu başladı
Dün dediğim gibi, Türkiye'de yaşayan ABD muhipleri, Türkiye'yi -yani kendi ülkelerini- ABD'yle "uzlaşmaya" davet etmeye başladılar...
En gülüncü, "Türkiye Batı sisteminden koparsa neler neler kaybeder" kafasında olanlar.
Sahi neler?
Batı sisteminde olmak, kaybetmeyi göze alamayacağı ne kazandırdı Türkiye'ye bugüne kadar?
Türkiye'nin jeopolitiğindeki bir ülkede; Orta Doğu'yu etnik kimlikler, dinler, mezhepler temelinde ufalanmış "devletçikler" mezarlığına dönüştürmeyi hedeflemiş, bu hedefini gizlemeyen "Batı sistemi"ne bağlı kalarak "millî menfaatler" korunabilir mi?
Hem "küreselleşen dünya" masalları anlatıp, hem de "maşa" bellediklerinizi bir tek kutba iliştirmeye çalışmanın mantığını bir anlatsanıza...