NAZİF OKUMUŞ
Takvimlerin 10 Ekim Salı gününü gösterdiği dün, yer aldığım whatsApp grubu KIZILELMA’da Av. Zekeriya Şerbetçioğlu’nun tek cümlelik mesajı saat 16.15’te düştüğünde yüreğimde kor gibi ateş oluştu.
“1980 öncesinde ülkücü gazeteci, yazar, hukukçu Timuçin Mert vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.”
Sonra peş peşe akıp gitti mesajlar telefonumda...
İstanbul ülkücülerinin sembol isimlerinden Ömer Bilgen “Basın yayın âleminde sayılı ülküdaşlarımızdan olan çok sevdiğim kardeşim” diye anarken, MHP’de grup başkan vekilliği de yapan Mehmet Şandır“80 öncesi, zor yıllarımızda emek vermiş arkadaşımızdı.” notunu düştü.
Av. Şahin Zenginal, Mehmet Koca (Başkalarıyla karıştırılmasın, Ortadoğu, Kurultay, Yeniçağ ekibinden, Temel Can, Mevlüt Yüksel, Av. Kâzım Ayaydın, Gökhan Karaçivi ve Halit Ocak, ile nice dostların mesajları birbiri ardına ortak acıya tercümanlık etti.
Her zamanki gibi meslektaşlarım, Yeniçağ’ın İicra Kurulu Başkanı Ahmet Yabuloğlu’nu aradım. “Önden kim giderse, ardında kalanlar onu yazacak! Bu, hem gazeteci meslektaş olmanın hem da ülküdaşlık hukukunun gereğidir.” Şeklinde, yazılı olmayan, ama vicdanî kabullerimizde yer tutan “özel anayasamızı” hatırlatarak “Timuçin’i yazacağım.” dedim. Altemur Kılıç’ta, Sadi Somuncuoğlu’nda, Muhitten Nalbantoğlu’nda, Servet Kabaklı’da, Hasan Demir’de ve nicelerinde olduğu gibi...
“Yaz abi yaz. Timuçin abimizi anlatmaya sayfalar yetmez. Sen mutlaka yaz...” dedi.
Bi gördüm; görüş o görüş
Onu da İstanbul’a geldiğim 1970’li yılların ikinci yarısında tanımıştım.
Kazandığım fakülteye kayıt yaptırmadan önce, içimizdeki gazetecilik aşkıyla gittiğimiz Tercüman gazetesinden çıkışta, otobüs durağında tanışmıştık.
Akşam baskısı “prova” gazeteyi para vermeden fırından çıkan ekmek kokusu gibi boya kokusuyla elimde rulo yapıp vardığım durakta: “O gazeteyi cebine koy. Sonraki durak tehlikeli... Tercümandan ötürü saldırı olabilir.” diye uyaran, akabinde 45-46 yıldır dost, arkadaş, meslektaş ve ülküdaş olduğum Timuçin Mert’ti. İsminin başında “Yusuf” da vardı ne ben ne arkadaşlarımız (Arslan Bulut, Arslan Tekin, Halit Ocak, Temel Can...) hiçbirimiz “Yusuf”u aklımıza getirmezdik. Hatta bilmezdik de!...
Sonrası günlerde okuldan çıkıyorum, Beyazıt Meydanı’nda Timuçin’i görüyorum. Marmara Kıraathanesi’nde, Küllük’te, Mola’da, Koska’da ona rastlıyorum.
Bir şehidimiz oluyor... Bozkurtlar vakur biçimde yürüyor... Bakıyorum Timuçin de var.
Başbuğ Türkeş İstanbul’a geliyor. Aksaray’daki MHP binasında basın toplantısı yapıyor. Ben Hergün gazetesi muhabiri olarak varıyorum, küçük salondaki gazeteciler arasında Timuçin de bulunuyor. Hatta teksir edilmiş bültenleri o dağıtıyor.
Artık kartvizitsiz künyesini öğreniyorum yarım asra yakın sürecek arkadaşlığın mücadele alanlarını...
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci ama kayıt dondurulmuş.
Tercüman’da gece tashihçi (düzeltmen) ama çoğu zaman mazeretli. Milliyetçi İşçi Sendikaları (MİSK)’da basın açıklamalarını hazırlayan gönüllü. Bağımsız Çelik İş Sendikası’nda bizzat yönetim kurulu üyesi...
MHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı’nda ise il sekreteri... Başkan İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Kâzım Ayaydın, başkan yardımcısı (Sonradan o da gazeteci oldu) Sadettin Erkişi.
Bitmedi... Cerrahpaşa ve çevresindeki ülkücülerin seminerci abisi... İlçelerde dağıtılacak bildirileri okuyup cümleleri düzelten, hukuken sıkıntısız hâle getiren gazeteci-ülkücü sorumlu.
Her yerde kurşun askerdi
Bu koşturmalarla 1980 Darbesi sonrası evrilen süreçte Timuçin’in yeri Cağaloğlu’nda Yeni Düşünce dergisi oldu. Sonraları binim de yaşı işleri müdürü olarak aralarına katıldığım ekipte, Halit Ocak, Temel Can gibi arkadaşlarla kuruluşuna da emek vererek ihtilâle meyden okuyan hareketin ilk toplanma merkezinde “kurşun askerliğini” sürdürdü.
Yeni Düşünce’nin baskıya gideceği perşembe günü (Piyasaya cuma günleri çıkardı. Sonradan değişti) bir zarfın içinde negatif filmlerini getirdiği haber resimlerini aynı titizlikle toplar, çalıştığı Bulvar ve Tercüman gazetelerinin arşivlerine iade ederdi. Hayatını kazandığı yerin hakkını, hayatın vakfettiği ideallerine teslim edemezdi. Öylesine adaletli, öylesine zarif, öylesine sakin ve öylesine dürüsttü.
1990’lı yıllarda Timuçin Mert ile hemen her yerde beraberdik. Tercüman’da, Ortadoğu’da, Büyük Kurultay’da, kısa da olsa Günaydın’da... Yazı işlerinde sağduyulu ve itidalli yorumlarıyla herkesin sevgi ve saygısını kazandı.
Yeniçağ’da toplanıldığında Timuçin’in meslek hayatı sütre gerisinde peş peşe yayınladığı kitaplarla vitrine çıktı. Gündemin aktüel alanları ilgisini çekiyordu.
Kökten İstanbullu gibiydi
İstanbul’un Aksaray’ında, Haseki ile Cerrahpaşa arasını kapsayan Nevbahar Mahallesi’nde Sivas kökenli bir ailenin üç çocuğunun en ufağı olan arkadaşımız kökten İstanlullu denecek kadar İstanbul kültürüyle yoğrulmuştu.
Pertevniyal’de başladığı lise hayatını evinin diğer cenahındaki Davutpaşa Lisesi’nde tamamladığında, duvar gazetesinde başlayan yazma sevdası onu gazeteciliğe taşımış, on binlerce kişinin girebilmek için can attığı İstanbul Hukuk Fakültesi’ne bile sırtını dönerek diplomasını umursamaz olmuştu.
O benim yaşça “abim” ama, hiçbir zaman “abi” dedirtmeyen arkadaşımdı.
“Müdürrr!...” diye seslenirdi bana. Bu şekilde sadece o seslenebilirdi yıllarca oturduğumuz yazı işleri masasında. Hakkıydı.
En sıkıntılı, en çapraşık, en boğucu ortamlarda “Amaaannn... Boş verin değişmez...” deyip kasveti dağıtan yine Timuçin’di.
Çalışma hayatımızın önemli bölümünü aynı çatılarda geçirdiğimiz değerli arkadaşlarım Arslan Beylerin de (Bulut ve Tekin) diğerlerinin de böyle düşündüklerinden eminim.
Çalışma temposunda veya sonraları ziyaretlerimde gazete yazı işlerine girdiğimde bükün çalışanlarla selâmlaşıp kucaklaşırken huyu güzel, ruhu güzel arkadaşım Timuçin’in hep ileride gülümseyerek izlediğini fark ederdim. Ziyaret trafiğimin sonunda Timuçin’e özel olarak uğrar, masasında, eski defterleri de açarak kıkırdayıp gülüşürdük.
“Cennetliksin... Ortadoğu’da ve Yeniçağ’da Cemal Anadol’a, Muhittin Nalbantoğlu’na, Yeni Düşünce’de Akkan Suver’e sabrettin.” dediğimde, “Yaaa... Ne günlerdi. Tekrar yaşasak razıyım.” cevabını verirdi.
Yolu nihayet Sümbül Efendi’ye düştü
İlerleyen dönemlerde fakülteden arkadaşım, 1980 öncesi İ.Ü. Edebiyat Fakültesi ülkücü kızlarının Başkanı Ayşe Bayar hanımla nikâh masasına oturduğunda, ne kadar da sevinmiştik. Cenab-ı Allah iki evlât verdi onlara. Eğitim-öğretmen kızı ile tiyatro bölümü mezunu seslendirme sanatçısı oğlu Ahmet Alper her şeyleriydi.
Tercüman’da çalışan, Şehremini, Kocamustafapaşa, Yerikule ve Cerrahpaşalı onca emektarın Sümbül Efendi Camisi’nden kaldırılan cenazelerinde buluştukça: “Bir gün bizim yolumuz da buradan geçecek müdür... Sıra bize geliyor.” derdi.
İşte geldi!
Timuçin Mert; bugün o musalla taşında, lisan-ı hâl ile helâllik isteyecek.
Ona hakkını ağlaya ağlaya helâl etmekten başka bir şey yapamayacak ülküdaşları, meslektaşları, dostları Türk milleti adına da haykıracaklar:
Helâl olsun, helâl olsun, helâl olsun...
Allah’ın rahmeti üzerine olsun.