Terörle Mücadele için Müsteşarlık mı?
Terörle Mücadele’nin, Müsteşarlık kurularak çözülemeyecek bir problem olduğunu kabul etmek gerekiyor. Başına kimin atanacağı tartışılan Müsteşarlık acaba MGK Genel Sekreterliği’nden farklı nasıl bir görev yürütecek?
Bugüne kadar bir terörle mücadele ve istihbaratın koordinasyonunda ciddi eksiklikler olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak böyle önemli bir konuyu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisinin dışında bakanlık emrinde bir Müsteşarlık seviyesine indirgemenin doğuracağı ayrı sorunlar var. İstihbarat toplamada ve analizinde sağlık bir yol üretemeyen devlet kurumlarının her sorunu kendi içinde çözme mantığının istifa ettiğini artık görmek gerekiyor. Devlet mekanizması birbirinden bağımsız, koordinesiz ve işlevsiz onlarca kurumu zaten içinde barındırıyor.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde böyle bir birim kurulsa bile terörün yoğun olduğu bölgelerde operasyon ve istihbarat yine Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlıkları uhdesinde kalacağından bu kez aynı sorunlar tekrarlanacak.
Bence işin doğrusu bu konuda MGK Genel Sekreterliği’ni güçlendirerek İçişleri’nin ve dolayısıyla Emniyet teşkilatının daha etkin bir şekilde karar alma sürecine dahil edilmesidir. Böylece çatıştığı veya anlaşamadığı söylenen kurumlar birbirini daha yakından tanır ve aralarındaki sorunları yüzyüze konuşarak çözebilirler. Üstelik terörle mücadele, çift başlı bir görünümden de kurtarılmış olur.
Terörün dağdan “düz ovaya” indirilme sürecinde eski hatalar tekrarlanır ve kurumların birbiriyle anlaşamadığı gibi görüntüler oluşursa doğacak boşluk sadece teröristlere ve onlara arka çıkanlara yarar. Üstelik ABD ile anlık istihbarat anlaşması ile çalışan Genelkurmay’ın aldığı duyumları bu kuruma göndermesinde de sorunlar yaşanabilir.
Mesela, 25 Mayıs 2009 tarihli KCK iddianamesine göre; KCK sözleşmesi, 3 Kasım 2006’da üç gün süren ve 237 sözde delegenin katıldığı İstanbul’daki bir toplantıda görüşülmüş. Bu çaptaki bir toplantıdan istihbarat kurumlarının bilgisinin olmaması düşünülemez. Böyle bir durumda toplantının yapılacağı duyumu alındığında terörle mücadele ile ilgili birimler nasıl bir tavır alacak.
Diyelim ki MİT aralarına soktuğu elemanları vasıtasıyla toplantıdan haberdar oldu ve bu durumu MGK’ya iletti. Uzun vadeli projeleri sebebiyle de toplantıya baskın düzenlenmemesi yönünde görüş bildirdi. Bu durumda devlet nasıl bir operasyon planı işletecektir? Yine benzer şekilde İmralı’dan PKK’ya giden bilgilerin askeri mekanizmalar eliyle öğrenildiğini varsayalım. Asker bu bilgiyi hangi kuruma iletecek ve karar alma süreci nasıl işleyecek? TSK’nın profesyonelleşmesi süreci de hesaba katılmalıdır. 2010’dan itibaren tamamen profesyonel askerlerle yürütüleceği açıklanan terörle mücadele 2011’e ertelendi.
Profesyonel yöntemler kadar bu yöntemlerin milliliği ise daha öncelikli olmalıdır. Teröristleri ’gerilla’sayan anlayışı körükleyen gayri milli NATO yönergeleri biran önce millileştirilmelidir. ’Düşük yoğunluklu savaş ‘yahut’ asimetrik savaş’türünden stratejiler biran önce terk edilmelidir. Önce ortak ve milli bir dil kullanılarak teröristi ve dolayısıyla mecburen destek verenleri vatandaşları ‘düşman’ gören anlayış değiştirilerek Org. Başbuğ’un belirttiği şekilde ‘kriminal suçlu’ muamelesi yapılmalıdır.
Terörün çözümünde askeri tedbirlerin ağırlığından şikayet edilmesi de naif bir gerekçedir. En az 10 yıldır görev yapan Genelkurmay Başkanlarının hepsi terörün çözümü için sivil iktidarları göreve çağırmıştır. Bugün gördüğümüz kadarıyla Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ arasında bu
konuda görüş birliği vardır. Diğer sorunlar ihmal edilerek hiç olmazsa bu kadar önemli bir hususta, bunun sinerjisinden yararlanmanın yolları aranmalıdır.