Telefon olmak isteyen çocuk

Telefon olmak isteyen çocuk

Japonya'da sosyal medyada gündeme oturan bir yazı. Derserle dolu. Biliyorsunuz muhtemelen ama yine de paylaşmak istedim...

Karı ve koca bir akşam yemeğinin ardından yorgun argın oturma odasına geçerler. Kadın ilkokul öğretmenidir. Öğrencilerine verdiği "Ne olmak istersiniz" başlıklı kompozisyon ödevini notlandırmak için masaya geçer. Kocası da eline cep telefonunu alıp, koltuğuna yerleşir. Nihayet yorgun bir günün ardından dinlenebilecektir. Kadın, tüm kompozisyonları notlandırıp işinin bittiğini düşünürken, kenarda kalmış bir ödevin gözünden kaçtığını fark eder ve not vermek için okumaya başlar. Kağıtta şunlar yazılıdır:

"Benim dileğim, akıllı bir telefona dönüşmektir. Çünkü annem ve babam telefonlarını gerçekten çok seviyorlar. Sadece telefonlarına dikkat gösterirler, hatta bazen de beni unuttukları olur. Annem ve babam işten yorgun döndüklerinde, vakitlerini telefonlarıyla geçirirler, benimle değil. Önemli bir işle meşgul olsalar dahi, eğer telefonları çalarsa, anında yanıt verirler. Ama aynısını benim için yapmazlar, ağlasam bile... Annem ve babam cep telefonlarında oyun oynarlar, benimle değil. Telefonda konuşurken, heyecanla yanlarına gidip bir şey paylaşmak istesem, hemen susturup, yanlarından gönderirler. Bu yüzden cep telefonu olmaktır dileğim. Çünkü belki de ancak o zaman beni telefonları kadar severler..."

Kadın göz yaşları içerisinde kompozisyonu bitirir. Kocası sorunun ne olduğunu sorar, kadın ödevi kocasına verir. Adam hızlıca okuduktan sonra hangi mutsuz öğrencisinin bu kompozisyonu yazdığını sorar. Ancak ondan sonra kadın, bu "fazladan" ödevin nereden çıktığını anlar. Çünkü o fark etmeden araya konmuştur. "Kompozisyonu yazan öğrencilerimden biri değil" diye cevap verir kadın, "onu yazan oğlumuzmuş..."

***

BEYEFENDİ

20 yıl sonra gelen iki cümle...

Gün gece yarısına doğru evrilirken, evinde deli danalar gibi dolanan, telefonundan gelen sese kulak verdi. Telin yanına giderek baktı ekrana. Eski zamanlardan birinin uzaklardan yola çıkardığı sitem yüklü mesajıydı ses veren...

"O zamanlar" diyordu mealen, "küçüktüm, gençtim ve İstanbul'a umutlarla gelmiştim. Beni anlamadın..."

Böyle zamanlarda genellikle bu anlamak sözcüğü tepesini attırırdı ilk başlarda. Yine de öyle oldu. Ne yani diye terslendi, neden herkesi ben anlamak zorunda kalıyorum? Belki o sıralarda onlarca nedenden dolayı kimseyi hatta kendimi bile anlayacak durumda değildim! Belki de buna yeteneklerim, seviyem, gücüm, sezgilerim el vermedi. Ya da anlama, duyumsamak, empati yapmak ve gereğini yerine getirmek istedim sessizce ama başaramadım. Bu olamaz mı yani! Yine bir öfke tepeciğine çıktı Beyefendi. Ve oradan devam etmek isterken emir almış gibi susturdu kendini.

Kadın haklı olabilir miydi? Kim bilir diye söylendi usulca. Sonra savunmaya dönük sorular sökün etti... Yani ben anlamadım diye, ille de gidip kendi hayatının içine etmek zorunda mıydı? İnsanların seçimlerinden ben mi sorumlu tutmam lazımdı kendimi? Yapılan yanlış evliliğin, girilen saçma ilişkilerin sorumlusu niye ben olayım? Büyük kentte nedenleri her neyse tutunamayışın tek sorumlusu muyum ben yani? Sorular bitecek gibi değil...

Dur dedi sonra. Durdu. Belli belirsiz bir hüznün zihnini kuşatır gibi olduğunu duyumsadı. Ve dedi ki: "Evet, bazı hatalar yaptım elbette. Ama tümünü değil. Zira ben de gençtim. Ve sen olabilecek en yanlış zamanda çıktın karşıma..."

***

İŞTE O KADAR

Sırtındaki belkemiği gövdeni dik tutuyor. Bir de yüreğinde kemik olmalı...

Edita Morris

***

OKUYUNUZ

basliksiz-6-013.jpg

Emin Özdemir "O İyi Kitaplar Olmasaydı" adlı eseriyle kitap dünyasının derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor okuru...

"Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı; şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk. İlerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmazdı..."

Mario Vargas Llosa

"Yalnızca bizi ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız. İçimizdeki donmuş denizi kıran balta olmalı onlar..."

Kafka