Tek perdelik âdemoğlu...
Burası inanılmaz bir ülke.. Herhalde, başı sıkışanın, derdi olanın, ya da kendine yapılanları beğenmeyenin, dama, çatıya, köprüye, elektrik direğine, trafoya çıkıp da, bağırıp, çağırıp, atlarım ha diye tehdit ettiği; polisi, evsahibini, sevgilisini istediği ya da elinden alınanı, alınacak olanı ‘geri verin.. vermem’ diye isyan ettiği; taşla, kiremitle, tencere, tavayla, hatta silahla direndiği başka bir ülke var mı bilemiyorum. Ama Türkiye artık bunu da aştı, onu biliyorum.
Burası Aksaray, tramvay durağı. Olay mahalli, durağın önü, içi yahut arkası değil, üstü. Bir âdem, gömleği atmış, elinde döner bıçağı, sallıyor. 6,7 dakikada bir gelen tramvaya saldırıyor. Küfür, tehdit yağıyor. Cephanelik olarak yanına aldığı yumurtaları, bira şişelerini sağa sola fırlatıyor. Koca bıçağı sapladıkça durağın üstü elek gibi delik deşik oluyor. Adem tepede bunları yapıyor ya, âdemoğulları da durağın çevresini sarmış, seyrediyor. Nasıl olsa beleş!
Kimileri demiyeceğim, çoğu elinde cep telefonu fotoğraf çekiyor, videoya kaydediyor. Belki de olay yerinden canlı yayın yapıyor. Âdem üstte, üstü çıplak, zabıtanın el koyduğu tezgâhı için 3. cihan harbine girmiş gibi savaşırken, polis aşağıda bekliyor. İkna sözcükleri fos çıkınca, itfaiye çağrılıyor. Çevik Kuvvet de geliyor. Seyyar âdemin kızgınlığı, çılgınlığı sınır tanımayınca, biber gazlı operasyon başlıyor. Adem sendeliyor, iki kişi durağın üzerine zıplıyor, yakalıyor, derdest edip aşağı sallandırıyor.
Bu arada coplar meşale gibi havaya kalkıyor. Okşamak için değil âdem düşmesin diye, tutmak için. Sonrası malum, hooopp içeri. İşin sorgu, sual yanı.
Bu zaman dilimi içinde, zamanın bitiminde, “Bu adem kaçmaz” hevesiyle, durağın dibinde toplanıp, etrafını sararken, caddeyi de işgal edenler trafiği baltalıyor, umursamıyor.
Tepedeyken, tiyatro izleyenler, âdem yakalanınca sinirleniyor. Şovu beğenmedikleri için mi, ‘bizi haybeye niye oyaladın’ diye mi anlaşılmıyor ama yumruk, tekme, küfür, tepelemek istiyorlar, polis âdemi koruyor.
İzleyici âdemler, âdem tiyatrosunun perdesini kapatan güvenlik güçlerini alkış yağmuruna tutuyor. Ve âdemi ‘tutuk’layan iki kişi vardı ya, biri turist çıkıyor! Evet ya. Âdem bizim ama, durağın üstüne zıplayan Malkoçoğlu, el oğlu. Başka görevli mi yoktu, ithal cengâverin işi ne orada diye soracağım ama onca ayıbın yanında ayıp kalacak..
İşte manzara bu canım Türkiyem...
Âdem oldu badem...
Var ki korkuyor, utanıyor!
Bütün Fransızlar at gözlüğü takmıyor ya... Herkes Sarkozy gibi düşüncesiz olamaz ya... İşte örneği, unvanları ’eski’ ama aklı başında biri. Eski senatör, adalet bakanı, anayasa mahkemesi başkanı Prof. Robert Badinler, bizi sevmese de, sözde soykırımı inkâra ceza şarlatanlığına karşı çıkıyor. Soruyor: Yarın Türkiye’de, ’Fransız devleti de soykırım uygulamıştır’ diye karar çıkarsa ne yapacaksınız? Evet çıkarsak da görsek, ne yapacaklar? Utanç duydukları soykırımı nerelerine sokup saklayacaklar? Ben merak ediyorum, belki Ankara da merak eder...
7 tepeden 7 şişeye...
İstanbul; tarihini, coğrafyasını, kültürünü bir yana koyun, asıl ruhuna bakın. Yalnız sorum, manevi tarafıyla değil de maddi yönüyle: O ruh nerede? Boğazdaki balık mı, şişedeki rakı mı, mangaldaki şiş kebabı mı? Mey’cilere göre içkide olmalı ki, şirket, içine İstanbul ruhu doldurulan Yeni Rakı’yı Almanya’ya pazarlamak için kampanya başlatmış. “İstanbul ruhunun şişelenmiş, vücut bulmuş hâli” diyor yetkililer. Yani, 7 tepeli istanbul, oldu 7 şişeli istanbul...
Küreselleşmenin parası
Londra, ödül töreni. Financial Times’ın ünlü dergisi The Banker’in seçtiği “2011’in En İyi Bankaları” şeref kürsüsüne çıkıyor. Türkiye ayağında birincilik kürsüsünde Yapı Kredi var. Yurt dışı ayağında, Arnavutluk’tan BKT, Kırgızistan’dan Demir Kırgız International Bank madalyayı takıyor. İlgi çekici olan şu: YKB’de İtalyan ortak var, iki yabancıda ise ağırlıkta olan Türk ortaklar. Demek ki paranın küreselleşmesi böyle oluyor. Türk işadamlarının performansı sevindirici...