Tek kale maç
AKP periyodik olarak yaptırdığı anketlere bir yenisini daha ekledi ve sonuçta “AKP’ye oy vermem” diyen seçmen oranının yüzde 35 olduğunu tesbit etti... Söz konusu yüzde 35’in “Ölsem de AKP’ye oy vermem” diyenlerden oluştuğu ifade edildi...
AKP, kamuoyu eğilimlerini tesbit ve yönlendirme amacıyla, profesyonel teknikleri en başarılı biçimde kullanan parti... Sürekli nabzı ölçüyorlar, birden fazla firmayla çalışarak, aldanmayı engelleyen bir teknik kullanıyorlar...
Kendilerini yüzde 50 kesmemiş olmalı ki, şimdi de “ölsem de vermem” diyenlerin dışında kalan kitleyi etkileyip ‘AKP’ye oy verir’ hale getirmenin formülleri üzerinde çalışıyorlar...
El yordamıyla nabız ölçmek, işine gelmeyeni görmemek, görmeyince de yok olduğunu sanmak, sonra da seçim akşamları ekran başında yaşanan hayal kırıklığının taban üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak için ‘içe dönük gazlama’ yapmak, diğer partilerin maalesef vazgeçemedikleri tarzları...
12 Haziran 2011 seçimleriyle ilgili Türkiye Günlüğü’nde yayımlanan yazımda şu ifadeyi kullanmıştım: ‘Hezimet’i bile doğal ortamda damıtıp, ondan ‘zafer’ elde etme teknolojisi bizde epeyi eskidir ve hâlâ revaçtadır... ‘Bu şartlarda’, ‘dış faktörler’, ‘her türlü engeleme ve baskıya rağmen’ gibi başarısızlığın üzerini bir şal gibi örteceğine inanılan tılsımlı mazeretler her seçim sonrasının rutinidir adeta... Türkiye’nin iktidarına yürürken (veya yürüdüğünü zannederken), bir anda ‘partiiçi iktidardan da olma endişesi’, bu tür ‘teselli edebiyatı’nı siyaset kültürümüze maalesef kazandırmıştır...
Öyle olmadı mı? Birlikte hatırlayalım: 12 Haziran akşamı ilk önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandıkları yeni ‘oydaş’ sayısını duyurmasıyla CHP’nin zaferi tescillenmişti!.. Ardından biraz gecikmeli de olsa, hatta yazılı açıklama şeklinde de olsa, MHP’nin ‘seçimden başarılı çıktık’ mesajı gelmişti...
Elbette bunlarla sınırlı kalmamıştı zafer hikâyeleri... Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, teşkilatlara gönderdiği mektupta, ‘hak dâvânın rakamlarla ölçülemeyeceği’ni aktardıktan sonra, bu seçimlerde tarihî bir görevi başarıyla ifa ettiklerini, ‘her türlü engellemeye rağmen’ kurtuluşun tek çaresinin Saadet Partisi olduğunun anlaşıldığının altına çizmişti!.. Binde 7 oy alan Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ise halkın kendilerine ‘doğru yoldasınız’ mesajı verdiğini söyleyerek, seçmenlerine ‘fidanın tuttuğu’nu müjdelemişti!..
Seçim akşamı anlamıştık ki, bu seçimin de mağlubu yoktu, seçime giren bütün partiler zafer kazanmıştı!.. Bu kısır döngüyü ‘yenile yenile daha kötü yenilmeyi öğrenmek’ diye tanımlamak zorunda kalmıştım...
Çarkın yine bildiğimiz gibi döndüğü bugün daha iyi anlaşılıyor... Kendi ‘parsel’inin dışına taşmamak, sınırlarını kendisinin çizdiği dar alanda ‘mesut partili’gibi davranarak bir sonraki ‘şerefli mağlubiyet’e kadar günü geçirmek kâr sayılıyor... Zaten asıl önemli olan, ‘ülkede iktidar’ değil, ‘partiçi iktidar’olduğu için, bütün tedbirler de buna göre geliştiriliyor... Sürekli pozisyonunun koruma gayreti ve endişesi içinde varlık sürdüren siyasî anlayışların, ülkedeki siyasî iktidara gelmek için zaman ve enerji harcamaları galiba kaynak israfı olarak görülüyor!..
Muhalefetin yenilgileri doğru tahlil etmek yerine, onları ‘zafer’ diye yutturma çabası kurumsallaşmış durumda... Siyasî tabloda varlık ifade eden güçlerin kendi arasındaki ‘denge’ye göz attığımızda, bir gerçek bütün çıplaklığıyla sırıtıyor... Kazandığıyla yetinmeyen bir iktidar partisi, sadece kendi tabanlarını hoşnut etmeyle sınırlı siyaset üreten muhalefet cephesi!..
Burada öfkelenilmesi gereken, elbette kapsama alanını daha da genişletmeye çalışan bir parti değil... O zaten görevini yapıyor... Son derece bilimsel yöntemlerle, profesyonelce çalıştığı için oylarını arttırarak seçimlerden çıkıyor... Aslı öfkelenilmesi, uyarılması ve proje üreterek topluma model sunması gereken muhalefettir...
Ülkedeki siyasi atmosferin tek kale maça dönmüş olması, hücum etmesi gerekenlerin savunmada, savunma yapması gereken iradenin ise sürekli hücumda olması izah edilebilir bir çelişki değildir... Kabul etmeliyiz ki, siyaset bilimi açısından analiz edilmesi gereken, iktidardan önce muhalefettir...
Çünkü muhalefette kalma duygusu bağımlılık yapmışa benziyor!..