‘Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata...’
Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkanlığı kaybetmeyi Bülent Ecevit’in kavramlaştırdığı -dün izah ettim- ifadeyle söylersek içine sindiremedi, kaybına sebepler aradı ve buldu.
t24’te yayınlanan savunma yazısının tarihi 5 Mayıs 2024. Başlığı “Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata...”
Yazının girişinde “Kıymetli dostlar, bu yazımda sizlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu 10 maddelik bir yazı ile anlatmaya çalışacağım.” diyor.
K. Kılıçdaroğlu,“Alevî” kimliğiyle öne çıkartılmıştır. Recep Tayyip Erdoğan, bu kimliği kullanmış, K. Kılıçdaroğlu’nun hareket alanını daraltmak istemiştir. Bunlara girmeyeceğim. Daha önce yazdık.
K. Kılıçdaroğlu Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştığı bir zamanda, R. T. Erdoğan’ın kimlik üzerinden yürüyebileceği hesabıyla olsa gerek, samimiyetini ortaya koymak istemiş, 19 Haziran 2023’te akşam mutat videosundan birini yayınlayarak. “Alevî” olduğunu açıklamış, “Ben Aleviyim. Hak Muhammed Ali inancıyla yetişmiş samimi bir Müslümanım. Allah'ın verdiği bir canım var. Kul hakkı yemem, harama, beytülmale el uzatmam.” demişti. Tartışmaya meydan vermemek için kimliğini tarif etmesi gerekiyordu. Kendi anlattıkları dışında kimse ona yafta vuramayacaktı.
Partinin adı ‘Halk’sa...
Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı sırasında CHP’nin oylarının yüzde 24-25’lerde seyretmesine takılıp kalınmamalı. Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs 2023’te cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48 oy alması, kimliğini çok çok aşmıştır. Ve geçmişte R. T. Erdoğan’ın çok üzerine gittiği o kimliğe rağmen, bu kadar oy almışsa, bunun üzerinde durmak gerektiğini kaç defa yazdım.
K. Kılıçdaroğlu 13 yıl 170 gün süren genel başkanlığında, kimlikler üzerinde yürümemiş, herkesi bir arada görmek istemiştir. Onun için “helâlleşme” seanslarına başlamıştır. “Helâlleşme” deyince, helâlleşecekleriyle daha öncelerde muarazalı, tavırlı olduğunu da dolaydan açıklamış oluyordu.
Türkiye bir bütündür. Partinin adı “Halk”sa, Türkiye’de yaşayan herkes Anayasa çizgisinde korunur ve kollanır.
Demokratik yönetimden çıktı
K. Kılıçdaroğlu, “Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata...” başlıklı “savunma” makalesinde mevcut iktidar için çok ağır ifadeler kullanıyor. Yazının daha ikinci paragrafında demokratik yönetimden çıktığımızı açıkça söylüyor:
“Son yıllarda ‘güç zehirler, mutlak güç mutlaka zehirler’ cümlesi en çok tekrarlanan cümlelerden biridir. Mutlak zehirlenmeyi ve yozlaşmayı getiren güç odağının oluşmaması için demokrasiyle yönetilmeye ihtiyacımız var. Yüzyıl önce bütün saray düzenini yıkan, bizi teba[a] olmaktan çıkarıp birey ve millet olabilmek için, eşi benzeri görülmemiş bir savaş veren ulusumuz, bugün yine ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır.”
K. Kılıçdaroğlu makalesinde “tek adam yönetimi”ni kastederek “saray” kavramını öne çıkarıyor:
“Cumhuriyetle birlikte ‘saraylar’ gitmiş, genç cumhuriyetin kalbi; aklı, bilimi ve mütevazılığı önceleyen ‘Çankaya Köşkü’nde atmaya başlamıştı... Erdoğan’a kadar bütün Cumhurbaşkanları Çankaya Köşkü’nde görev yaptılar. Ancak Erdoğan ‘Çankaya Köşkü’nü küçümsemiş, otokratik rejimle birlikte ‘Saray’dan Türkiye’yi yönetmeye başlamıştı. O kadar ki kendisini devlet yönetiminde ‘tek otorite’ olarak görmüş ve bunu geniş kitlelere benimsetmek için de çaba harcamıştı. Anayasa değişikliği ile birlikte amacına büyük ölçüde ulaşmış, sadece yürütme organını değil, yasama ve yargı organını da kontrol eder noktaya gelmişti. Böylece Ak(!) Parti zamanla Baasçı bir partiye dönüşmüş ve Erdoğan artık ‘Ben devletim-devlet benim’ deme noktasına gelmişti... Bunu bugün Erdoğan ve çevresi değişik şekillerde dillendirmekten çekinmiyorlar.”
K. Kılıçdaroğlu, hâlen var olanı miş’li geçmiş zaman hikâyesiyle anlatıyor.
Neticede tek adam yönetimine mahkûm edildik, diyor.
‘Aktör’ derken...
K. Kılıçdaroğlu “Bugün saray deyince aklımıza ne geliyor?” ara başlığı altında kurduğu cümleler çok ağır:
“Bir kişiye teslim edilen devlette; yozlaşmayı, çürümeyi, adam kayırmacılığını, sorumsuzluğu, yalancılığı, israfı hepsini görüyoruz. Daha acı olanı ise bu ortamı oluşturan aktörlerin sarayda ve onun oluşturduğu bürokraside de itibar görmesi... Açıkça söylemek gerekiyorsa bu, ahlaksızlığın devlet katında kurumsallaşması demektir. Biliyorum bazı okurlar bu eleştiriyi çok sert bulabilirler. Ama maalesef gerçekler acıdır ve o gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur.”
Geçmişten beri bildiğimiz tenkitler. Burada iki kelime üzerinde duracağım: “Aktör” ve “lüks”.
“Aktör” kelimesi her zaman kullanıldı ama, yakın zamanda çok sık kullanılıyor. Hemen her şey bir “aktör”e bağlanıyor.
“Aktör” tiyatro ve sinemada erkek oyuncu dışında, yapılan bir işin faili, önde gelen isim olarak Türkçemizde yer etmiştir.
“Aktör”e “fail” olarak Osmanlı dönemi metinlerinde de rastladım. Bir örnek:
“...şurada bir vak’anın, ötede bu vekāyiin aktörleri olan eşhâs ve mürettebatının...”
Eşhâs: şahıslar, kişiler...
Bu cümle Resimli Kitap dergisinde, “Bedî Nuri” imzasıyla “Napoléon Nerede Vefat Etti?” başlıklı, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların fazla yer tutuğu bir makalede geçer. (S. 41, C. 7, Haziran 1312 [Haziran 1912], s. 362)
“Aktör”, bu dergide tiyatro oyuncusu olarak sık kullanılan bir kelimedir ayrıca.
‘Lüks’ hangi manada?
“Lüks” kelimesi olur olmaz yerde kullanılıyor. Yukarıda alıntımızda da “...o gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur.” cümlesi geçiyor.
Siyasîlerimizin olur olmaz yerde sık kullandıkları “lüks” çok kişinin aklına takılıyor.
Tanıl Bora, “Lüksümüz Yok” başlıklı yazısında Recep T. Erdoğan’dan örneklerle, ifadenin ne kadar yersiz kullanıldığını ortaya koyuyor. Yazıda “Lüks”ün tarifini de veriyor: “Sözlük, giyimde, eşyada, harcamada aşırı gitme, gösteriş, şatafat: ihtiyaç dışı veya fazlası olan; aşırı, fazla... diye tanımlıyor lüksü. Batı dillerinden gelen kelimenin Latince kökenindeki luxus da benzer anlamlar taşıyor. Ama ilk başta toprakta ve bitkilerde bolluk, verimlilik, yani bereket anlamına gelirmiş.” (Birikim, 10 Ocak 2024)
K. Kılıçdaroğlu, “tek adam” iktidarını 10 maddede tenkit etiğini başta belirtmişti. 10. maddede “lüks” kelimesi geçiyor. Burada kelime yerini buluyor: “Saray, açıkça ifade edelim ki; aklı, bilgiyi, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü değil; lüksü, şatafatı, israfı ve kuralsızlığı ilke edinmiş bir anlayışın merkezine dönüşmüştür.”
Kemal Kılıçdaroğlu, kendisini rahatlatmak için, kimle/kimlerle nasıl mücadele ettiğini, nelerle karşılaştığını gösterme ihtiyacı duyuyor.
Açıklamalarının muhtemelen arkası gelecektir.