LOZAN, Osmanlı İmparatorluğu'nu yok eden, Anadolu'yu, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlar, Ermeniler arasında paylaştıran SEVR'i geçersiz kıldığı için bir ZAFERDİR! (Bu nedenle, hangi konuda olursa olsun, bir karşılaştırma yapılacaksa, ölçütler SEVR Antlaşması'nın koşullarıdır.)
***
LOZAN, ekonomik olarak çökmüş, savaşta yenilmiş ve topraklarının paylaşılması için işgal edilmiş Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına, Türkiye Cumhuriyeti'ni, bağımsız ve egemen yeni bir devlet olarak ilan etme olanağı verdiği için bir ZAFERDİR!
***
LOZAN, kimileri birkaç yüzyıllık, kimileri ise binlerce yıllık emelleriyle Anadolu'yu işgal etmiş olan İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara, Yunanlara, Ermenilere karşı, Anadolu'nun Türklere ait olduğunu onaylattırdığı için bir ZAFERDİR!
***
LOZAN, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1912 Uşi (başka bir -küçük- Lozan) Antlaşması'yla İtalyanlara ve Balkan Harbi'nde Yunanlar'a karşı kaybettiği adalardan bazılarını (Gökçeada, Bozcaada, Tavşan adaları ve 3 milden yakın adacıklar) kurtaran bir anlaşma olduğu için ZAFERDİR! (Sonradan bu küçük adacıklar, AKP iktidarı zamanında 2004-2008 yılları arasında Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.)
***
LOZAN, Yunan'ı Batı'da denize döken, Ermenileri Doğu'da mağlup eden Türkiye Büyük Millet Meclis'i ordularına, tüm Anadolu'nun egemenliğini verdiği için bir ZAFERDİR!
***
LOZAN, Osmanlı'nın kanını emen, onu sömürge haline getiren Kapitülasyonları kaldırdığı için büyük bir ZAFERDİR!
***
LOZAN, savaşta son ekonomik ve askeri kaynaklarını tüketmiş olan bir başkomutanın, bir liderin, barış masasında, müzakerelerle kazandığı yeni bir ZAFERDİR!
***
LOZAN'ı inkâr etmek, ancak iç ve dış politikaya kapkaççı bir işportacı fırsatçılığı ile HAYALPEREST BİÇİMDE yaklaşanların cüret edebilecekleri çok tehlikeli bir oyundur: LOZAN'ı karalayarak ülkeyi Ortadoğu'da sonu belirsiz maceralara sürüklemek isteyen HAYALPERESTLER, bu tavırlarıyla oturdukları koltukların meşruiyetini sağlayan Türkiye Cumhuriyeti'ni bile uluslararası camiada tartışmaya açtıklarının farkında değildirler! Yoksa farkındadırlar da bilhassa mı yapıyorlardır?
Emre Kongar Cumhuriyet
***
Beyhude tartışma
-----
Ekranlardaki FETÖ tartışmalarını boşuna izliyoruz...
Çünkü tartışmalar bu şekilde yüz yıl da sürse bir sonuca ulaşmayacaktır.
Ama şu iki basit nokta aydınlanmıyor...
- 15 Temmuz iktidarı ele geçirmeyi öngören bir darbe girişimi miydi?
Eğer öyleyse siyasi kadroları nerede?
- Yoksa FETÖ kullanılarak yapılmış, ülkeyi sıkı rejimlere götürmeyi hedefleyen bir silahlı kalkışma mı?
Bu sorular havada kaldıkça 15 Temmuz sonrası gelişmeleri kimse doğru okuyamaz ve yorumlayamaz...
Hoş zaten istenen de budur.
Melih Aşık Milliyet
***
Gazetelerin "lideri destekleme/desteklememe" hakkı
-------
... Amerika'nın en yüksek tirajlı gazetelerinden USA Today kurulduğu günden, yani 34 yıldan beri titizlikle sürdürdüğü bir tavrını önceki gün ilk defa bozdu. Gazetenin "yayın kurulu" bir açıklama yaparak, çok net bir dille okurlarını "Trump'a oy vermemeye" davet etti.
Yayın kurulu bu tavrını gazete üzerinde bir açıklama ile duyurdu. Üstelik nedenini şu çok ağır iki cümleyle açıkladı:
"Trump, Amerika'nın ihtiyacı olan bilgi, hazırlık ve dürüstlük ölçülerine sahip değildir."
"Trump, cehaletinden veya umursamazlığından dolayı, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana bütün Amerikan başkanlarının kabul ettiği ilkelere ihanet etti."
* * *
Evet Amerika'nın en apolitik gazetesi... 34 yıldır, seçimlerde etliye sütlüye karışmamış medyası... Trump tarzı bir liderin iktidara gelmesi ihtimaline karşı çok açık, çok cesur bir tavır alıyor.
* * *
Kusura bakmayın... İster istemez kendi ülkemi düşünüyorum... Yükselen ve güçlü bir lidere karşı bu ifadeleri kullansaydık başımıza neler gelirdi... Yaşadım biliyorum...
* * *
O yüzden sadece şunu merak ediyorum. Acaba Trump kazanırsa, New York Times, Washington Post ve USA Today'in kapısına FETÖ'cü vergi abileri ve müritleri dayanacak mı...
Ertuğrul Özkök Hürriyet
***
Hitap hiyerarşişi
-----
Meclis Başkanı açılış konuşmasında Başbakan'dan söz ederken Sayın Başbakan dedi..
Muhalefet liderlerine de sayın diye hitap etti..
Sıra Cumhurbaşkanı'na gelince sayın yerine muhterem demeyi tercih eti..
Muhterem Cumhurbaşkanı..
Yani..
Başbakan sayın oldu..
Cumhurbaşkanı muhterem..
Aman hemen sözlüğe sarılmayın, Meclis Başkanı siyaset yaptı.. Cumhurbaşkanı'na da Başbakan'a da sayın deseydi, eşitlemiş olacaktı..
Bu sebeple birine sayın.. Diğerine muhterem dedi..
Makam farkı koydu!.
Mehmet Tezkan Milliyet
***
"Güvenli bölge"nin "faturası"nı kim ödeyecek?
------
(...) Acaba güvenli bölge oluşturmak terör ve mülteci sorununu hangi oranda çözer?
PKK-PYD'nin Fırat'ın doğusuna çekilmediği, hâlâ orada olduğu bildiriliyor. Çekildiler dense bile Afrin ve Menbiç gibi yerlerin "PYD'nin elinde olması" yeterince sorun değil mi?
Güvenli bölge "3 milyon mültecinin kaçı"nın yaşamasına müsait olacak ve masraflarını, su ve elektrik gibi ihtiyaçlarını kim karşılayacak?
Türkiye'nin şimdiden "toplam 25 milyar dolar harcadığı" Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandığına göre buna eklenecek her masraf "kendi insanlarımızın hakkından alınmış" olmayacak mı?
Güngör Mengi Vatan
***
Sokak ağzı
------
"Yedirmeyiz!.."
...bu sokak ağzı, belediyenin veya devletin caddelere astığı afişlerde yer alıyor... Ne diyor bu afişlerde?.. "Biz milletiz Türkiye'yi darbeye teröre yedirmeyiz".
Bunun yazılı olduğu afişler, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden birkaç hafta sonra caddelerdeki bütün elektrik direklerine asıldı, büyük pankartlar duvarlara yapıştırıldı...
"Yedirmeyiz".
Ne demek o?..
* * *
Devleti idare edenler bu ülkeyi Fetullahçılara yıllarca yedirecekler, sonunda ülkeyi kanlı bir darbeyle yüz yüze getirecekler... Bundan derin bir siyasi utanç duyacaklarına halkımıza gaz vererek "yedirmeyiz" gibi bir kabadayı ağzıyla kendilerini koruyup kollayacaklar...
Türkiye'yi darbelere ve teröre teslim etmeyecek olan devlettir; devlet bunun için vardır...
Devleti yönetenler, böyle "yedirmeyiz" laflarıyla gaz verip halkın arkasına saklanamazlar!..
(...) "Yedirmeyiz" lafı devlet ağzına yakışıyor mu?.. İktidarın önde gidenlerine göre yakışıyor olmalı ki bütün caddeleri onunla donatmışlar!..
Mehmet Türker Sözcü
***
Madem o e-mailleri atmadınız neden istifa ediyorsunuz?
--------
En büyük medya grubu büyük bir rezaletin baş kahramanı oldu. Bir internet hacker grubunun saldırısı sonucu (...)Doğan Grubu'nun iktidara yaranabilmek için ne tür taklalar attığı da ifşa oldu. Ancak, herhalde taktiği AKP'den almış olmalı, bu rezaletin starı Doğan Medya CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ "Her şey yalan" dedi.
Yalçındağ bir hacker grubunun kendi bilgisayarına girdiğini ve kendi adına e-mailler attığını söyleyerek kendini savundu. Yani Yalçındağ'ın dediğine göre ortada hükümet üyesine atılmış bir mesaj falan yok, bunu yapanlar bilgisayarına giren korsanlar.
Her nasılsa e-maillerde yazılanlar doğru. Ancak 4 kişinin bilebileceği bir olay var örneğin. Son kullanma tarihi geldiği için çöplüğe atılan liberal görünümlü yazar Nuray Mert küçük bir aile meclisinde Erdoğan için "Olmasaydı mahvolmuştuk" demiş örneğin.
Bunu kendisi doğruladı ve kendisini savunan bir yazı yazdı.
Yalçındağ'ın yalanlamasına inanırsak, o bilgisayar korsanlarının sadece e-maillere girmediğini, ortam dinlemesi yaptığını da anlıyoruz. Başka türlü bu özel sohbeti nasıl öğrenecekler.
Tabii, en büyük medya kuruluşunun en tepesindeki insan "Bunlar yalan, benim adıma mail atmışlar" diyorsa, gazetecilik mesleğine olan saygımız ve terbiyemiz nedeniyle "Yalan söylüyorsunuz" demem, diyemem haddim de değil. Ancak merak etme hakkımızı kullanarak şu soruyu da sormalıyız; "Madem her şey yalan, demek ki yazılanlardaki gibi de düşünmüyor ve davranmıyorsunuz demektir. O halde neden istifa ettiniz?"
Can Ataklı Korkusuz
***
Çokkültürlülük adlı yeni yeni ırkçılık
------
İngiltere'de kurulan bir komisyon 2000 yılında "Çok-Etnikli Britanya'nın Geleceği" adlı bir rapor hazırlamıştı. Rapor, insan hakları söylemi çerçevesinde hazırlandığını, mevcut toplumsal ve iktisadi eşitsizlikleri azaltmak amacı güttüğünü iddia ediyordu. Önerisi, siyasal rejimin topluluklar ve bireyler topluluğu olarak yeniden yapılanması idi.
Rapora göre "ırkçılık biçimleri çok"tu; "yeni ırkçılık biçimleri doğmuş"tu; bunların saptanması ve ortadan kaldırılması gerekiyordu.
*
Raporun sahiplerinden biri olan Tarıq Modood'un (...) söylediğine göre Rapor'da ulusal kimliğin yeniden şekillendirilmesi gerekiyordu.
"... Önerilen şey aslında bir ülkenin kendi hakkında kendisine anlattığı hikayenin, yani ulusal kimliğin; aracılığıyla varlığını sürdürdüğü, insanların ulusal aidiyet hissini kazanıp tazeledikleri söylemlerin, simgelerin, imgelerin; kamuya açık tartışmalar aracılığıyla tekrar değerlendirilip ülkenin geçmişteki etnik dokusunun yanı sıra şimdiki ve gelecekteki etnik dokusunu da yansıtacak biçimde yeniden şekillendirmesiydi."
Tüm 'söylemler, simgeler, imgeler'in tartışmaya açılması... Bizde bol miktarda yapıldığını bildiğimiz işler. Türklüğe hakaretin suç sayılmaması, okullardan Andımız'ın kaldırılması, ulusal kurtuluş günlerinin ve ulusal bayramların kaldırılmak üzere sınırlandırılması, ilk ve ortaöğretimde temel amacın "millî eğitim" değil "küresel rekabet" esasına kaydırılması gibi sonuçlar yaratan tartışmalar...
(...)
Rapor karşısında yazarın 'düşmanca' diye niteliği en temel tepki şuydu:
"... Basın yayın organlarında bu madde, yanlış bir şekilde, başka şeylerin yanında, komisyonun yeterince yurtsever olmadığını ve etnik azınlıkların mensuplarının çoğunun Britanyalı olmaktan rahatsız olduklarını ima ettiğini veya "Britanyalı" teriminin beyaz anlamına geldiği gerekçesiyle ülkenin adının değiştirilmesini önerdiğini ileri süren düşmanca başlıklarla gündeme oturmuştu."
Sizce de ilginç değil mi? Bize "Türk vatandaşı demeyin, Türkiyeli deyin, vatandaşlık herkesi kucaklasın" önerisinde bulunan çokkültürcüler, demek ki bu noktada durmayacaklar. Baksanıza, bu fikir sahipleri dünyanın başka bir köşesinde, vatandaşlığı ulusa değil ülkeye atfen "Britanyalı" diye adlandırmış olmayı da sorunlu bulabiliyorlar. Bu sefer sözcüğü değil, sözcüğün yüklendiği anlamı ileri sürüp "tartışalım" diyorlar.
Bu önemli bir nokta. Çünkü konunun yalnızca bir "ad verme" işi değil, toplumsal-siyasal kuruluş kavgası olduğunu gösteriyor.
*
Çokkültürcülerin siyasal çoğulculuk dediklerinde kast ettikleri şey, ulusu bireyler toplumu olmaktan çıkarıp "topluluklar topluluğu" haline getirmekten ibaret. Bu önerilerin dünyayı bir tür yeni-derebeylik çağına götürdüğünü söyleyenler iyimser davranmışlar. Ortaya çıkan şey daha çok kabile (kon)federasyonları manzarası...
Birgül Ayman Güler Aydınlık