İnsanlık, düşüncelerini aktarmak ve tarihe not düşmek için binlerce yıl boyunca farklı araçlar geliştirdi.
Mezopotamya’da kil tabletlerin üzerine çivi yazısıyla kazınan ilk belgelerden, günümüzün parmak uçlarıyla yönetilen dijital tabletlerine uzanan bu serüven, medyanın evrimini gözler önüne serdi.
Bilim insanları, bu dönüşümün yalnızca bir teknoloji meselesi olmadığını, aynı zamanda insan bilincini ve toplumsal yapıyı kökten değiştirdiğini vurguladı.
Medyanın hikâyesi, yaklaşık 5 bin yıl önce Sümerler’in kil tabletlerle yazıyı kaydetmesiyle başladı.
British Museum’da sergilenen bu tabletler, vergi kayıtlarından destansı şiirlere kadar geniş bir yelpazede bilgi içerdi.
Londra Üniversitesi’nden arkeolog Prof. Dr. Andrew George, “Kil tabletler, insanlığın hafızasını somutlaştıran ilk adım. Yazının icadı, sözlü kültürün kırılganlığını ortadan kaldırarak bilgiyi nesilden nesile aktardı” dedi.
George’a göre, bu tabletler sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda tarihin ilk bürokrasisinin temelini oluşturan belgelerdi.
Yüzyıllar ilerledikçe medya, papirüs ruloları, el yazması kitaplar ve matbaanın icadıyla yeni biçimler aldı. 15. yüzyılda Johannes Gutenberg’in matbaası, bilgiye erişimi demokratikleştirirken, iletişimde bir devrim oluşturdu. Ancak dijital çağ, bu evrimin hızını katlanarak artırdı.
Stanford Üniversitesi’nden medya tarihçisi Prof. Dr. Fred Turner, “Dijital tabletler, kil tabletlerin modern bir yansıması gibi. Her ikisi de bilgiyi depoluyor, ancak dijital dünya, anlık erişim ve sınırsız bağlantıyla tamamen yeni bir boyut kazandırdı” yorumunu yaptı.
Turner’a göre, bu geçiş, bireylerin bilgiyi tüketme ve paylaşma biçimini yeniden tanımladı.
Bilimsel araştırmalar, medyanın bu evriminin insan beynini de etkilediğini gösterdi.
Oxford Üniversitesi’nden nörolog Prof. Dr. Susan Greenfield, dijital medyanın dikkat sürelerini kısalttığını ve çoklu görev alışkanlıklarını artırdığını belirtti. Greenfield, “Kil tabletler sabır ve odaklanma gerektirirken, dijital ekranlar hız ve anlık tatmin üzerine kurulu. Bu, bilişsel süreçlerimizi derinden dönüştürüyor” dedi.
Yayımlanan bir çalışması, dijital medya kullanımının genç nesillerde derin okuma yeteneğini azalttığını ortaya koydu.
Ancak her çağın medyası, kendine özgü kayıplar ve kazanımlar getirdi. Harvard Üniversitesi’nden dilbilimci Prof. Dr. Steven Pinker, “Kil tabletler dayanıklıydı ama sınırlıydı; dijital medya ise kırılgan ama sonsuz bir kapasite sunuyor. Veri kaybı riski, modern çağın en büyük yitimi” dedi. Pinker, fiziksel tabletlerin binlerce yıl dayanabildiğini, oysa dijital verilerin bir elektrik kesintisiyle yok olabileceğini vurguladı.
Medyanın serüveni, aynı zamanda kültürel bir ayna işlevi gördü. Berlin Humboldt Üniversitesi’nden antropolog Prof. Dr. Hans Peter Hahn, “Mezopotamya’da kil tabletler elit bir kesimin aracıyken, dijital tabletler herkesin elinde. Bu, toplumsal hiyerarşilerin de bir yansıması” dedi.
Hahn’a göre, medyanın evrimi, güç dinamiklerini ve bilgiye erişim hakkını yeniden şekillendirdi.
Kil tabletlerden dijital tabletlere uzanan bu yolculuk, insanlığın iletişim serüveninin yalnızca bir teknolojik öyküsü değil.
Çağlar boyunca yitip giden sözlü hikâyelerden, dijital dünyada kaybolan verilere kadar her dönüşüm, bir şeyleri geride bırakırken yeniyi ortaya koydu.
Bilim dünyası, bu evrimin izlerini sürerek hem geçmişi anlamaya hem de geleceği öngörmeye çalıştı. Medyanın sessiz tanıkları, hâlâ anlatacak çok şey barındırdı.