Tartışma programları kimin sesi?
Gazeteciler, televizyoncular, köşe yazarları, tartışma programlarının gediklileri muhalefet partilerine öğüt vermeyi çok seviyorlar. En sık verdikleri öğüt de şu: Halkın düşüncelerine tercüman olun, halk ile kaynaşın, halk gibi olun... Bu düşünce elbette tartışmaya açıktır; fakat burada ele alacağım konu bu değildir.
Siyasilere bu yolda devamlı ders veren âkıldânelerin acaba kendileri tartışma programlarında bu öğütlere uygun hareket ediyorlar mı? Daha doğrusu büyük televizyonların tartışma programlarında halkın görüş ve düşünceleri ne kadar yansıtılıyor? Bir başka deyişle tartışma programları kimin sesidir?
Cevap net ve kesindir: Tartışma programları halkın sesi değildir. Cevabın bu kadar kesin olmasının sebebi, programlara çıkarılanların “acaba” sorusuna yer bırakmayacak kadar taraflı olmaları, halkın sesini yansıtacak neredeyse hiçbir tartışmacıya programlarda yer verilmemesidir. Özellikle terör ve bölücülük konusundaki programlarda.
Evet, bir yanda on binler “şehitler ölmez vatan bölünmez” diye haykırıyor. Öte yandan tartışma programlarında bir takım insanlar, bölücü terörle müzakere etmenin gerekliliğini anlatıyor. Hatta bazıları daha ileri giderek empati kurup kendimizi onların yerine koyalım; ben olsam ben de dağa çıkarım; bu işin çaresi bölünmektir, iki devlet olmaktır, diyor. Ortada bir tartışma programı var, ama bu sözlere karşı tepki gösteren yok. Sunucu dişlerini göstererek gülüyor; diğer tartışmacılar, “Aliciğim, Veliciğim” diye başlayıp en nazik ve yumuşak sesleriyle “ama” diyor... Bakıyorsunuz, biraz sonra “Almanya’da da, Amerika’da da federasyon var” diyerek onlar da Aliciklerine destek oluyor. Bir diğeri “vallahi ben vatan diyenlere; kız aldık, kız verdik, etle tırnak gibiyiz diyenlere gıcık oluyorum” diyor. Fakat programcıların haklarını yemeyelim, halk için de bir e-posta adresi vermişler. Sunucu gülen dişlerini göstererek şöyle mesajlar da var, diyor ve birini okuyor: “Kimin toprağını kime veriyorsunuz?” Saçları ağarmış âkıldâne, tarihi çok iyi biliyor ya, “kardeşim sen Orta Asya’dan gelmişsin, adamların topraklarını ellerinden almışsın” gibi laflar ediyor. Zavallı vatandaş tekrar e-posta gönderdi mi, gönderdi ise ne dedi, bilmiyoruz. Halkın bir kısmı da böylece bu toprakları Bizans’tan değil de başkalarından aldığımızı zannediyor.
Basın yayın organları acaba özeleştiri yapmayı hiç düşünmezler mi? Mesela kamu oyu araştırmaları yaparak halkın belli konulardaki görüşlerini tespit etmeyi ve programlarındaki tartışmacıları çıkacak sonuçlara göre ayarlamayı hiç akıllarına getirmezler mi?
Demokratik özerklik, federasyon ve bölünme iddiasında olan partiler ve aldıkları oy bellidir. Yüzde on barajının düşmesini istediklerine ve bu baraj sebebiyle seçimlere bağımsız olarak girdiklerine göre kendileri de yüzde onun altında olduklarını bilmektedirler. Televizyoncular da, tartışma programlarını hazırlayanlar da, programların gediklileri de bu oranları çok iyi bilmektedirler. Fakat “vatan bölünmez” diye düşünen yüzde doksan, doksan beş bir yanda, programcılar ve gedikliler bir yanda. Bu durumun demokrasiyle, adaletle ve hatta ahlakla bir ilgisi var mı? Yüzde doksandan vazgeçtik, hiç olmazsa “vatan bölünmez” görüşünü de temsil eden eşit sayıda tartışmacının bu programlarda yer alması gerekmez mi?
Demokrasi bunu gerektirmez mi?
Tarafsızlık bunu gerektirmez mi?
Basın yayın ilkeleri bunu gerektirmez mi?
Ahlak bunu gerektirmez mi?