Tarihin anlamı
Geçen yazımda “Türk’ün askeri ve askerliği sevmesi, binlerce yıllık tarihinin tabii ve somut bir sonucudur” demiştim. Bunu bazı örneklerle de açıklamıştım ama konunun daha iyi anlaşılması için tarihle bugün ilişkisine daha yakından bakmak ihtiyacını duydum.
Tarihe sadece geçmişte yaşanmış olaylar diye bakmak eksik bir bakış tarzıdır. Tarih, geleceğin yaratıcısıdır. Başka bir ifadeyle, tarihin belli bir kesitindeki olaylar bir sonraki kesiti belirler. Bu bakımdan fert ile toplum arasında tam bir benzerlik vardır. Nasıl bir insanın yapıp ettikleri onun geleceğini tayin ederse bir toplumun yapıp ettikleri, belli bir dönemdeki durumu da onun daha sonraki dönemlerini tayin eder. Bunun için kendi tarihimizden örnekler verebiliriz.
Bugün Türkiye’de, belli sınırlar içinde, uluslararası toplum tarafından tanınan bir ülke ve millet olarak yaşıyorsak bu, 1919-1922 yıllarında yaptığımız ölüm kalım mücadelesinin ve bu mücadele sonunda imzaladığımız Lozan antlaşmasının bir sonucudur. Ya 1919-1922 yıllarındaki İstiklal Savaşı neyin sonucu idi? Birçok şeyin. Öncelikle Anadolu’da bu mücadeleyi verecek bir milletin var olması lazımdı ve bu vardı. İkinci olarak bu mücadeleyi örgütleyecek ve toplumda istiklal inancını yerleştirecek bir öndere, komutanlara ve aydınlara ihtiyaç vardı ki o da mevcuttu. Atatürk, diğer komutanlar ve aydınlar, çoğu Abdülhamit döneminde açılan okullardan mezun idiler; millî inanç ve duyguları, İkinci Meşrutiyet döneminin Türkçü havasından beslenmişti.
Millî mücadeleyi yürüten Anadolu’daki Türk milletinin önemli bir kısmı kaybedilen topraklardan, özellikle Balkanlardan gelmişti. Anadolu ve Balkanlardaki Türklük ise bir sıra hadiselerin sonucu olarak bu topraklarda var olmuştu: Malazgirt Savaşı’nın ardından Anadolu’yu dolduran Türk Oğuz kitleleri ve bunların oluşturduğu birçok devletçik; Anadolu Selçukluları ile sağlanan birlik; Haçlılara karşı verilen bu topraklarda tutunma mücadelesi, 13. yüzyılda Çengiz ve çocuklarının önünden kaçan kesif Oğuz kitlelerinin ikinci bir dalgayla Anadolu’yu doldurmaları ve yeniden birçok beylik ve devletçik kurulması, Söğüt’te kurulan Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesi, Balkanlara geçmesi, diğer Türk beylik ve devletlerini hâkimiyeti altına alarak Anadolu’da birliği sağlaması... İşte bütün bu olayların her biri diğerinin ortaya çıkmasına yol açmış ve böylece bugünkü Türkiye ve Türkiye Türklüğü meydana gelmiştir.
Elbette Oğuz Türklerinin Anadolu’ya gelmesine yol açan olaylar da vardır. O zamanki dünyanın bir numaralı gücü olan Bizans ile Malazgirt Savaşı’nın yapılabilmesi için Malazgirt’in doğusunda; Azerbaycan, İran, Horasan ve Maveraünnehir’de büyük bir siyasi gücün var olması gerekiyordu. Bu siyasi güç Büyük Selçuklulardı; 1040’ta Gaznelileri yenerek hem Horasan ve İran’a hâkim olmuş; hem de bir kuvvet olarak kendisini ispat etmişti. Nihayet 1050’lerde de Abbasi halifeliğini himayesine alarak gücünün doruğuna ulaşmıştı. Oğuzların Horasan’da Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmaları da tabii ki daha önceki birtakım olaylara dayanmaktadır. Ancak sanırım ki bu kadar örnek, geçmişteki olayların geleceği nasıl yarattığını göstermeye yeter.
Demek ki Türkler böyle bir tarihin sonucu olarak bu topraklarda hak sahibidirler. Tabii ki burada sıraladığımız olaylarda yüz binlerce şehidin kanını ve yüz binlerce gazinin kılıç hakkını unutmamak gerekir. Devletler kurulduktan sonra da bu toprakların her bir karışının han, kervansaray, cami, medrese, yol, köprü gibi binlerce bayındırlık ve sanat eseriyle işlendiğini de unutmamak gerekir. Sadece taştan, mermerden, ahşaptan eserler değil... Yüzlerce yıl bu toprakların göğünü dolduran sesler var. Sazın, tamburun, kanunun, davul ve zurnanın insan sesine eşlik ettiği binlerce nağme hâlâ geçmiş havaların titreşimlerinden geçerek kulaklarımıza ulaşmakta. Dadaşların diz çöküşleri, zeybeklerin diz vuruşları da yüzlerce yılın izlerini taşıyor. Şiirimiz, türkümüz de aynı şekilde. Minarelerden yükselen ezan da. Ve bütün bunlar bizim, sadece maddi varlığımızı değil Türkiye’de yaşayan ve bu ülkenin sahibi olan Türk’ün nasıl bir tarihten geldiğini bilmeyenlerin; onun maddi ve manevi varlığını tanımayanların vay hâline!