Daha önce Sayın Cumhurbaşkanımız ile Meclis Başkanının ziyaret ettiği sözde tarihçi ve Atatürk düşmanı bir şahsı Diyanet İşleri Başkanının “10 Kasım Atatürk’ü anma günü” öncesinde ziyaret etmesi büyük tepkilere neden oldu. Konu ile ilgili siyasetçilerin konuşmaları. yazılı ve görsel basında çıkan yazıları okuduktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Burada, aklıma gelen şu soruyu sormak istiyorum: Acaba, İslam dininin adalete, eşitliğe, dürüstlüğe, hoşgörüye ve kul hakkına riayet etmeye ne kadar önem verdiğini, adaletin olmadığı yerde İslam dininin olamayacağını ülkeyi yönetenler ve aydınlarımız ne kadar biliyor? Bilenler ise, siyasete giren ve ülke yöneten idarecilere İslam’ın adaletsiz uygulanamayacağını niçin hatırlatmıyor? İdarecilik yapan siyasetçiler, hem Allah’ın adını anıp, hem nasıl yalan söyleyebiliyorlar? Bir tarihçi olarak bu soruları niçin sorduğumu izin verirseniz açıklayayım.
Cenab-ı Hakk’ın, İslam dinini bu cihana adaletin güneşi olarak gönderdiğini Kur’an’ı tetkik eden herkes görür ve anlar. Müslümanlığı kabul eden kişiler adil olmak ve adaletli davranmak zorundadırlar. Şayet İslamiyet’i kabul edenler adaletli davranamıyorlar ise “Müslüman’ım” demeye hakları yoktur. İslam dinini tetkik etmiş din bilginleri ile aydınlarımız muhakkak ki bu gerçeği bilirler. Ne var ki, bu bilge insanlar İslam dinini iyice öğrenmemiş halkımıza bu gerçeği yeterince anlatmamışlardır. Müslümanların hayatları boyumca adil ve dürüst olmaya, diğerlerine hoşgörüyle bakmaya ve o şekilde yaşamaya mecbur olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ayrıca, İslam dini okumayı, ilim yapmayı, akla ve mantığa göre hareket etmeyi emreder. Güzel dinimizin bu emirlerini yaşamamızda ve yaptığımız işlerde uygulamaz isek, gerçek manada Müslüman olamayız.
Gelelim ülkeyi yönetenlere: Müslüman’ım diyen idareciler, yaptıkları işlerde, yani siyasi hayatlarında her şeyden evvel adaletli davranmak mecburiyetindedir. Ne var ki, siyasetçilerimiz bunu yapmadığı gibi, güzel dinimizi siyasi emelleri için göstermelik olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Siyasetçilerin, bu güzel dinimizi siyasi emelleri için kullanmaları son derece yanlış olmuştur. Bu arada, siyasetçilerin, sırf dindar geçinen gruplara hoş görünmek için, bilgisiz bazı kişilerin “Hilafet” makamından bahsetmelerine göz yummaları son derece çirkin olmuştur. Aşağıda açıklanacağı gibi, İslam dini başta olmak üzere bütün dinleri insanlara anlatmak, tebliğ etmek vazifesini, Cenab-ı Hakk elçileri olan Peygamberlere “Halife” unvanı ile vermiştir. Ama maalesef Cenab-ı Hakk’ın bu emirleri dinlenmemiştir. Bilindiği gibi yüce rabbimizin emirlerini dinlemeyen ve ilk siyasete sokanlar Arap dünyasında “EMEVİLER” olmuştur. Emeviler’den sonra başka kavimlerin de eline geçen Hilafet makamı en son Osmanlı Devletinin eline geçmiştir. Bir tarihçi olarak diyebilirim ki, Halife unvanını almış Osmanlı Padişahlarının bazıları görevlerini yapmaya çalışmış ise de, çoğunluğu bir Halife gibi davranamamıştır. Sözde Halifelerin idare ettiği Osmanlı Devleti hangi hatalardan dolayı yıkılmıştır, burada anlatacak değilim. Sadece şu acı gerçeği söyleyebilirim: Osmanlı Devleti cehaletten ve bu cehaletin doğurduğu beceriksizlikten ve adaletsizlikten yıkılmıştır.
Atatürk’ümüz ve O’nun yiğit arkadaşları yokluk içinde verdikleri Milli Mücadeleden sonra Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardı. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduktan sonra Atatürk ve arkadaşları, Müslüman Türk milleti için, İslam dininin yüksek hükümlerini, yani adalet, eşitlik, dürüstlük, hoşgörü ve özgürlükleri teminat altına alacak hukuk prensiplerini ortaya koymuşlar ve sonrada Hilafet makamının kaldırılmasına karar vermişlerdir. Bunu yapmalarının diğer bir sebebi de, hem dış mihrakların ve hem de içeride dini bilgisi yetersiz olan zümrelerin bu makamı istismar etmelerini önlemekti. 2 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılması için T.B.M.M. Başkanlığına 53 arkadaşı ile birlikte kanun teklifi veren Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi Mecliste şu konuşmayı yapar: “Efendiler, Hz.DavutAleyhisselam gibi ulu Peygamberlerden, toplum işlerini yürütmekle görevli olanlar, her bakımdan Allah’ın emrettiği doğruluk, adalet, iyilik ve bağışlama ile iş gördüklerinden Kur’an-ı Kerim bu ulu kimselere Halife yüce unvanını vermiştir. Adalet, Allah’ın sıfatlarındandır. Bu yüksek sıfata nail olmak, yeryüzünde Cenab-ı Hakk’a Hilafet anlamınadır. Allah-u Teala Hazretleri Davut Aleyhisselam’a hitaben, “Biz seni yeryüzüne Halife yaptık” buyuruyor. Bunun arkasından, “İnsanlar arasında doğruluk ve eşitlik ile hükmet” diyor. Şu halde, Halifeliğin gerçek anlamının yeryüzünde insanlar arasında doğruluk ve adaletle hükümet etmek olduğu anlaşılıyor. Ulu Peygamberler Hazretleri de her türlü küçük ve büyük günahlardan uzak ve her bir hareketlerinde adil olduklarından yeryüzünde Allah’ın birer Halifeleri idiler. Peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz de Cenab-ı Hakk’ın en ulu Halifesi’dir. Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinden sonra, dört halife hazretlerine de bu yüksek unvan verilmişti. Çünkü her biri insanların en erdemlilerinden olan bu dört saygıdeğer insan, tamamen Peygamberin yüksek eseri ile (İslamiyet ile) yetinip, toplumun yönetiminde, Haz. Peygamber’in saadet döneminde olduğu gibi, adalet, iyilik ve bağışlamayı gereği gibi korumuşlardır. Peygamberin mucizelerinden biri olarak “Halifelik, yani dürüstlük ve adaletle ayakta duran bir hükümet benden otuz yıla kadardır” buyurulmuştu. İmam Ali Efendimizin Hilafeti ile birlikte otuz yıl tamamlanınca, zulüm ve düşmanlığı ile Emevi Hükümeti ortaya çıkmış ve dürüstlük ile adaletin temelleri sarsılmağa başlamıştır”.
Hilafetin kaldırılması ile ilgili kanun teklifini veren Şeyh Saffet Efendi’nin Hilafet ile ilgili bu veciz konuşmasından sonra söz alan İzmir Milletvekili ve Atatürk’ün Adalet Bakanı ve büyük din bilgini Seyyid Bey, Kur’an’ı Kerim’e dayanarak Hilafet konusunda uzun bir konuşma yapmıştır. Adalet Bakanı Seyyid Bey’in bu konuşmasından sonra Hilafetin kaldırılması için verilen kanun teklifi oy birliği ile kabul edilmiştir. TBMM’de yapılan bu tartışmaların belgeleri neşredildi. Hilafet konusunun ifade ettiği anlam başta olmak üzere, dinimizin güzelliklerle dolu emirleri de ortada iken, bu gerçekler İlahiyat Fakültelerinin Profesörleri ve Diyanet İşleri Teşkilatında bu konulara vakıf din alimleri tarafından insanlarımıza niçin anlatılmıyor? Siyasetçilerin dinimizi siyasete sokarak, yani dindar geçinerek, dini bilgisi zayıf olan insanlarımızı kandırmalarına bu din bilginleri niçin göz yumuyorlar? Bir tarihçi olarak hatırlatmak zorundayım: Eğer biraz tarih bilgisi olsaydı, bu tatsız tartışma yapılmazdı. Çünkü Atatürk ve arkadaşları yokluk içinde bu milleti esir olmaktan kurtararak bu cumhuriyeti kurmuşlardır. Gösterdikleri yol ise, demokratik hukuk sistemi içinde ilim ve fenni rehber edinmemizi istemişlerdir. Hilafet’i kaldırarak da daha fazla günaha girmemize engel olmuşlardır. Bu insanlar için yapılabilecek ve söylenebilecek bir tek söz vardır, o da Mustafa Kemal ve arkadaşlarını o karanlık günlerde Türk milletine rehber olarak gönderdiği için Yüce Rabbimize dua etmektir. Elinizi vicdanınıza koyun, tarihi ve Kur’an’ı Kerimi okuyun öyle konuşun. Milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü daha fazla bozmayın.