Ermeniler, yaşadıkları coğrafyadaki, siyasî, dinî ve kültürel konumlarına bağlı olarak 1915 Tehcir hadisesinden önce umumiyetle yönetimi altında oldukları siyasi kuruluşlarca altı defa tehcire tabi tutulmuşlardır. Ermeniler ve Ermeni sevicileri dünden bugüne söz konusu toplumun yaşamış olduğu altı tehcirden hiç ama hiç söz etmezler, varsa yoksa 1915 yılındaki kısmi statüdeki tehcir hadisesini tabiri caiz ise kızdırıp kızdırıp hem de soykırımı adıyla gündeme taşımaktadırlar.
Ermeniler, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde toplam 800 yıl boyunca Türklerin idaresinde yaşamışlardır. Bu dönemin bir özelliği de Ermenilerin tarihlerinin en uzun, huzurlu ve güven içinde yaşamış olmalarıdır. Ermeni tehcirleri, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi Roma, Bizans ve Sasanî imparatorlukları dönemlerinde, yönetimi altında bulunduğu ülkelere yönelik ciddi bir tehlike yaşanmasına bağlı olarak, kolayca saf değiştirebilmeleriyle doğrudan ilgilidir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde, bazı sömürgeci ülkelerin tahrik, teşvik ve her türlü desteğiyle Kafkasya ve Doğu Anadolu merkezli olarak isyan etmişlerdir. Ermeni çeteleri, Osmanlı Devleti’nin savaş halinde olduğu Rusya, Fransa ve diğer devletlerle birlikte, imtiyazlı vatandaşı oldukları Türk halkının kadınları, çocukları ve ihtiyarlarına yönelik adeta soy kırımı yapmışlardır. Çünkü dönemin ABD Başkanı Wilson’un, büyük savaş sırasındaki çağırısı adeta Ermeni isyanlarının fitilini ateşlemiştir. Ermeniler, bağımsızlık iddiasında bulundukları Kafkasya ve Doğu Anadolu’nun hemen hiçbir yerleşim merkezinde çoğunluğu teşkil etmiyorlardı. Demografik olarak çoğunluğu teşkil edebilme hesabıyla Kafkasya ve Doğu Anadolu’daki savunmasız Türklere yönelik bir soykırımı uygulamışlardır
Ermeniler, Osmanlı idaresi altında hür iradeleriyle ülkenin hemen her tarafında yüzyıllar boyunca endişe duymadan, mallarından ve canlarından emin bir hayat sürdürmüşlerdir. Özellikle de inanç konusunda Bizans İmparatorluğu’nun yönetiminde mezhep ayrılığı dolayısıyla çok acılar çekmişler ve değişik zamanlarda defalarca tehcire tabi tutulmuşlardı. Ermeniler Osmanlı idaresinde; dahili ve harici ticaret, başta sarraflık olmak üzere değişik meslek dallarında söz sahibi idiler. Darphane ve baruthane gibi önemli müesseselerin başına getirilmişlerdi. 1827 Yunan isyanından sonra Osmanlı hariciyesinde hatta Millet Vekili olarak etkin görevlerde bulunmuşlardı. Bu yüzden Osmanlılar, Ermenileri millet-i sâdıka olarak adlandırılmışlardır.
Ermenilerin tarihi süreçteki konumları hakkında, Ermeni tarihçisi Aslan Kevork’un ifadesine göre Ermeniler, yüzyıllardır derebeylik sistemiyle yönetilmişlerdir. Söz konusu derebeylik sistemi, Ermenilerin değişmez kaderi halinde devam etmiş, halk da bu durumu kabullenmişti. Ermeniler, siyasi ve milli bağlardan ziyade din, dil ve örflerle yoluyla birbirlerine bağlı olmuşlardır. Bu yüzden Ermenilerin nazarında vatan, millet ve devlet kavramları anlam kazanmamış olduğu için, ferdi bağımsızlık ve Ermeni prenslerinin otoriteleri son derece önemli idi. Yüzyıllar boyunca Ermenilerin başına gelmiş olan felâketler söz konusu özellikleriyle yakından ilgilidir. (Kevork Aslan, Ermeni Tarihi Hakkında Tarihî İnceleme, Paris 1909, s. 165; M. Aktok Kaşgarlı,” Orta çağ Ermeni Tarihleri Kritiği”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum 1984, s.323-330).
Ermeniler, tarihleri boyunca daima bölgedeki güç merkezlerinin yanında ve himayesinde olmuşlar, başka bir ifadeyle yüzlerce yıl yönetimi altında bulundukları devletin başına bir felaket gelmesi halinde yeni hâkim gücün yardımcısı, eski müttefikinin de düşmanı oluyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı, Tarihi süreçte Ermenilere uygulanmış olan tehcirler;
1)Ermeniler, Roma İmparatorluğu ile İran arasındaki savaşların seyrine bağlı olarak Roma İmparatorluğu veya İran’ın nüfuz sahasında kalmışlardır. Bu yüzden anılan bölgede hiçbir zaman bağımsız bir Ermeni devletinden söz edilemez. Anılan dönemde yaklaşık olarak iki asır boyunca bu iki güç arasında sürekli olarak tehcire söz konusu olmuştur.
2)Ermeniler III. Yüzyılda tıpkı İranlılar gibi Zerdüşt dinine mensup idiler. Bizans İmparatorluğu’nun bölgede Hristiyanlığı hâkim konuma getirme çabasına Ermeniler destek vermişler yani Bizans’a yaklaşmışlardır. Sasaniler, bu durumdan memnun olmadılar ve Sasanî hükümdarı, Ermenileri eski dinlerine dönmeleri için yurtlarından koparıp İran coğrafyasının iç bölgelerine sürgün etmiş yani tehcir uygulamıştır.
3) Ermeniler ile Bizans, Hristiyanlığın iki farklı mezhebine mensup oldukları için Bizans’ın dinî baskısı karşısında Ermeniler isyan ettiler. Bizans İmparatoru, Ermenileri Trakya bölgesine sürmek suretiyle tehcir uygulamıştır. Bizans İmparatoru, Ermenilerden boşalan topraklara da savaş esirleri ve başka yörelerden getirtmiş olduğu insanları yerleştirmiştir.
4) Bizans imparatorları Ermeniler, Müslüman Araplar lehinde hareket ettikleri için yaşadıkları topraklardan çıkarmıştır. Böylece Ermeniler, dördüncü defa tehcire maruz kalmışlardır.
5) Selçuklu Türklerinin Anadolu kapısına dayandığı 1021 yılında Bizans İmparatoru II. Basil, Ermenileri hem mezhepleri ve hem de Türklere yakın olduklarından dolayı bir tedbir olmak üzere Ermenileri toptan sürgüne tabi tutmuş ve Ermenilerin yaşadığı en büyük tehciri uygulamıştır.
6) Malazgirt meydan muharebesi öncesinde Bizans imparatoru 1070 yılında kumandanlarından M. Komnen’in Türk kuvvetleri karşısında almış olduğu yenilginin sorumlusu olarak gördüğü Ermenileri Doğu Anadolu’dan Sivas şehrinin batısına sürgün etmek suretiyle Ermeniler ciddi manada bir tehcir yaşamışlardır.
7) Ermeni çeteleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık ömrünün son yıllarında Ermeni Rusya’dan aldıkları desteklerle Doğu Anadolu’da savunmasız Türk halkına karşı soykırımı uygulamışlardır. Zira Ermeniler, Kafkasya ve Anadolu’nun hiçbir yerleşim merkezinde çoğunluğu teşkil etmiyorlardı. Kafkasya ve Doğu Anadolu’da çoğunlukta olabilmeleri için yerli Türk halkının katledilmesi gerekiyordu. Söz konusu katliamlardan dolayı savaş sonrasında Türklerin Ermenilere yönelik harekette bulunmaması düşüncesiyle Ermeni Milletvekillerinin de bulunduğu Osmanlı Meclisi’nce çıkartılmış olan tehcir kanunu uyarınca o sırada Osmanlı toprağı olan Suriye’ye tehcire tabi tutulmaları söz konusu olmuştur.
Hristiyan dünyası ve Ermeni sevicileri ilk altı tehcir olayını bir yana bırakıp Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde almış olduğu tehcir kararını soykırımı olarak görmeleri bir garabettir. Ermeni çeteleri büyük savaş dolayısıyla sahipsiz, savunmasız durumdaki Türk halkını, Kafkasya, Doğu Anadolu ve Çukurova’da demografik manada çoğunluğu sağlayabilme hesabıyla yapmış oldukları soy kırımını bir türlü göremiyorlar veya görmek istemiyorlar. Bize gelince Sözde Ermeni Soykırımı söylemiyle, yıllardan beri bilim insanları, Üniversiteler ve ilgili kurumlar Ermeni yalanlarını dünyaya anlatma çabamızı ısrarla sürdürüyoruz