O, bizi yeni baştan bir millet yaptı…
Adını söylemeye utanır, çekinir, korkar haldeki, adını söylerse imparatorluğa büyük bir fenalık yapacağına, onu bölüp parçalayacağına inandırılmış, Rum’un Rum, Acem’in Acem, Arap’ın Arap, Arnavut’un Arnavut olduğunu söyleyebildiği yerde “Türk’üm” demenin suç olduğunu sindirmiş, neredeyse güruhlaştırılmış bir toplumu yeniden kim olduğunu bilir, hisseder, söyler ve bununla kıvanır hale getirdi.
O, bize, kurulduğu günden itibaren her türlü gerici, bölücü, mandacı, himayeci, işbirlikçi, teslimiyetçi, menfaatçi saldırının hedefi olup da 100 yıl yaşayabilen ve daha yüzyıllarca yaşayabilecek, ilelebet payidar kalabilecek sağlamlıkta bir devlet ve yokluğuna bir an tahammül edemeyeceğimiz hürriyet bıraktı.
KORKU ÜZERİNE EGEMENLİK İNŞAASI
“Yokluğuna bir an tahammül edemeyeceğimiz”, ezelden beridir karakterimiz olan o “hürriyet”, AK Parti’nin “ileri demokrasi” iddiasıyla iktidara geldiği günden bu yana toplumun geniş bir kesimi için tehdit altında.
Başta gazeteciler, “Dezenformasyon Yasası”yla birlikte icad edilen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçu birçok kişiyi haksız ve hukuksuzca hürriyetinden yoksun kılan gözaltı ve tutuklama dalgalarının temel dayanağı hâlini aldı.
İronik olan, bunu, neredeyse çeyrek asırdır periyodik olarak farklı odaklarca “aldatılan”, halkı da aldatıldığı konularda aldatan bir iktidar yaptı!
Bu durumda, madem ki nurtopu gibi bir “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçumuz var;
Kim olmalı asıl sanıkları?
Roma’da egemenliği devrederken, Habur’da pişman olmadığını söyleyen PKK’lıları davul zurnalı konvoyla sokağa salarken, Oslo’da terör örgütü başlarıyla pazarlık yaparken, Süleymaniye’de başımıza geçirilen çuvalı sineye çekerken, Şam’da Cuma namazı heveskârlığı Suriye’nin kuzeyinde evlatlarımız için cenaze namazı hâlini alırken, gemiciklerle ayakkabı kutucukları arasında halk tarihinin en derin yoksulluğuna terk edilirken en çok yanıltan kimdi bu halkı?
İktidar sahipleri ibret almaksızın aldanır ve ülkeyi, anahtar teslim, kendilerini o gün için aldatan yapı hangisiyle ona teslim ederken hiçbir cezai müeyyidesi bulunmayan bir suç; nasıl oluyor da, gazetecilere gelince, üstelik “oluşmamış” dahi olsa, yetiyor onların hakları hücrelere atmaya!
Halbuki ne diyor Atatürk;
- Basına hiçbir şekilde hükmedilemez ve baskı altında tutulamaz…
Ne diyor; otoritelerini tesis yolunun, korku imparatorluğundan geçtiği zannına kapılanlara:
- Egemenlik korku üzerine kurulamaz…
HÜRRİYETE DARBE
Mahkemenin mahkemeyi üstelik de kendisinden başka kimsenin yargılamayacağı mahkemeye verdiği bir absürt iklim…
Anayasal kurumlar Anayasa’yı tanımıyor…
Kadıyı şikâyet edebileceğimiz bir üst merci kalmadı…
Bu freni boşalmışlıkla devam ederse devlet içindeki güç kavgası, Atatürk şöyle haber veriyor olacağı:
- Bir memlekette adalet mevcut olmazsa, o memlekette anarşiden başka bir şey yoktur. Orada hükümet yoktur, orada hiçbir şey yoktur!..
Hangi meşruiyetle var olabilecekler şimdi!
Sadece hürriyete değil millete nefes aldıran ne varsa düşman kesilindi.
Ağaçla kavga edilir mi; edildi!
Ağaçla, ormanla, toprakla, havayla, suyla…
Onlara sahip çıkan kim varsa topuyla edildi.
TOMA yetmedi, tazyikli su yetmedi, plastik mermi…
Döve döve öldürdüler Ali İsmail’i…
Yörük ninelerimizin üzerine saldırlar, evlatları olan askerleri!
Oysa neydi Ata’nın dileği:
- Son arzum, yeşillik ve ağaçlık, fakat yaz ve kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır…
TOPRAĞIN SAHİPLERİNE ZULÜM
Geleceğin güç haritası su ve gıdaya erişime göre çizilecekti…
Onlardan sonra tufan olmalı ki;
Birinci sınıf tarım arazileri üzerine kurdular OSB’leri; su kaynakları tükendi.
Güldürmüyor çiftçinin yüzünü ürettiği…
Atatürk, “… memleketimiz şu iki şeyin memleketidir biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik: çünkü topraklarımız çoktur iyi asker yetiştirdik: çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır…” dememiş gibi;
Daha bismillah, iktidar etmeye, çiftçiye “Ananı da al git”le girişildi.
“Ulusal ekonominin temeli tarımdır” nasihatı, es kaza bir kulaklarından girdiyse de diğerinden çıktı gitti.
Peşinden sıra toprağın diğer kahramanlarına geldi;
Asker “terörist” ilan edildi.
Tıpkı Ata’nın dediği gibiydi;
- Öyle zamanlar olmuştu ki milleti orduya çağırmak yerine birlikler terhis edilmişti. Bütün iktidarı ellerinde tutan birkaç kişinin bilgisizliği vatanı cesaretle savunabilecek yetenekte iken ve yetenekli bir orduyu kullanamadan memleketin en değerli kısmını düşmana ikram etti…
“SATACAĞIZ DA SATACAĞIZ...”
Günlerdir, bütçe yapmaya çalışıyoruz soran olursa…
“Satacağız satacağız. Her şeyi satacağız. Kâr edeni de satacağız, zarar edeni de satacağız. Devleti ekonomik faaliyetlerden kurtarıncaya kadar satacağız. Pamuk eller cebe. Yerli yabancı herkes gelsin” diye çıktıkları yolda;
Şeker fabrikalarını sattılar, hidroelektrik santralleri sattılar, termik santralleri sattılar, limanları sattılar, otelleri sattılar, SEKA’yı, TEKEL’i, SÜMERBANK’ı, madenleri, hava yollarını, karayollarını, bankaları sattılar..
Ülkeyi kaynaksızlaştırmadan önce Atatürk’e kulak verseydiler, şimdi böyle kıvrım kıvrım kıvranmayacaktılar:
- Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayatî kısımlarında bağımsızlık felç olmuştur. Ekonomik hayatın etkinlik ve canlılığı ancak ulaştırma vasıtalarının, yolların, demiryollarının, limanların durumu ve derecesiyle orantılıdır. Siyasi, askeri zaferlerle ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz, az zamanda kaybedilir...
- Ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasi felâketlerden yakasını kurtaramaz…
- Memleket kimsenin malı, mülkü değildir…
KAPİTÜLASYONLAR HORTLARKEN
En temel ihtiyaçlarından yoksun haldeki halk, “Bari bebek bezinde vergi olmasın”, “Bari bebek mamasında olmasın” diye feryat figan ederken, Türkiye’de üretilemeyen, muhtaç olduğunuz ürünlermiş gibi, - ki tarım-hayvancılık iğdiş edilince muhtaç da edildi- yabancının Türkiye’ye sokacağı makarnadan yumurtaya kalemlerce ürüne vergi ve gümrük muafiyeti getirildi!
Atatürk ne demişti;
- Kapitülâsyonların hiçbir kısmında istisnayı kabul etmiyoruz. Adlî, malî veya askerî kapitülâsyonların hiçbirini tanımıyoruz. Kapitülâsyonların Türk ulusu için ne derece nefret edilen bir şey olduğunu size tanımlayamam. Bunları diğer şekil ve isimler altında gizleyerek bize kabul ettirmeye başaracaklarını planlayan ve hayal edenler bu konuda pek çok aldanıyorlar. Çünkü Türkler kapitülâsyonların devamının kendilerini çok az zamanda ölüme götüreceğini çok iyi anlamışlardır.
Talihsizliğimiz “anlamayanlar” iktidara çöreklendi.
“Ekonomist”miş…
“Arazide” o varmış…
“Nas”mış…
Bu kadar çok şeyi anlamayan “Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılmaz” uyarısını mı anlayacaktı sanki;
İSTİLA
Ülkemiz, sığınmacı ve kaçak göçmen istilası altında.
Kim olduğu, menşei, meşrebi, niyeti belirsiz milyonlarca ve “kayıt dışı” yabancı dolaşıyor sokaklarımızda.
Bakanlarımıza kalsa, onlar olmazsa çalıştıracak insan yok Türkler arasında!
Atatürk ne diyor ama:
- Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını dilediğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Refah içinde ve memnun olarak çalışmalıdırlar. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek tadını tadabilmelidir ki, çalışmak için kuvvet ve kudret bulabilsin. Halk müreffeh, müstakil, zengin olmak istiyor. Komşuların refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır…
MUHALEFET YASAK
Bütün kötülüklerin anası muhalefet…
Üstelik de istibdata muhalefet edebilmiş cesurların kurduğu bir Cumhuriyet’te!
Nasıl bir nimet bilirler mi hatırlatsak Ata’nın şu cümlesini:
- Çeşitli partilerin muhalefeti, birbiriyle mücadelesi ile beraber, aralarında adeta memleket ve milletin gerçek menfaatleri karşısında kendiliğinden anlaşmaya varmak içindir.
- Benim istediğim sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisinde açıkça münakaşa edilmesidir. Büyük Millet Meclisinde Türk Milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.
Ya şu cümleleri…
Milletin verdiği ünvanla yetinmeyip “eşbaşkanlık” peşinde koşanlara ne demişti?
“Egemenlik hiçbir anlam, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve yönde ortaklık kabul etmez.”
DAHA NELER DEDİ NELER
Mezhep siyaseti yapanlara ne demişti?
“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.”
Allah ile aldatanlara ne demişti?
“Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir.”
“Andımız”ı yasaklayanlara ne demişti?
“Çocuklarımız ve gençlerimize vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
1. Milletine
2. Türkiye Devletine
3. Türkiye Büyük Millet Meclisine
Düşman olanlarla mücadele, bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan milletler için yaşama hakkı yoktur.”
Bütün sınavlarını başarıyla vermiş pırıl pırıl gençlerimizi mülakatla eleyenlere ne demişti?
“Eğitim ve öğretimin amacı, yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, devrimci, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek yetenekte, doğru düşünüşlü, iradeli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir…”
Gençlerimizi tek tipleştirmeye, robotlaştırmaya çalışanlara ne demişti?
“Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istiyor…”
HEP HAKLI ÇIKTI
Çocukların okula aç gitmesinden, yatağa aç girmesinden, açlıktan gelişim bozuklukları yaşamaya başlamasından en küçük azap duymayanlara ne demişti?
“Çocukları sağlıklı ve bilgili yetiştirilmeyen uluslar, temeli çürük binalar gibi çabuk yıkılırlar.”
Saçının teline el değdirmememiz gereken çocuklar taciz-tecavüz işkencesine uğrar, çığlıkları karanlık yapıların kalın duvarlarıyla kuşatılırken, “Bir kereden bir şey olmaz” vicdansızlığına imza atanlara ne demişti?
“Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı. Onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.”
Takiyecilere, sinsilere, gizli pazarlıkçılara ne demişti?
“İdealimizi açıkça ifade etmeliyiz.”
“Gizli iş kalamaz. Er geç meydana çıkar. İyisi mi başından açık olun, açık açık!”
Etnikçilere, böl, parçala, yönetçilere ne demişti?
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları hep aynı cevherin damarlarıdır.”
KİMLİKSİZLERE TOKAT GİBİ
Ya milliyetçiliği “suç”a dönüştürmek isteyenlere?
“Benim hayatta yegane onur kaynağım, servetim, Türklükten başka birşey değildir.”
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır.”
Ya devleti milletsizleştirmeye çalışanlara?
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk Milleti denir.”
Ya, egemenliğini “tek adam”a devreden meclislere?
“Milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat edebilirler...”
Türk vatanının en stratejik noktalarına, yabancı ve denetimsiz, kontrolsüz üs hançeri batıranlara?
“Düşman süngüsü altında millî birlik olmaz.”
Emperyalist işgalcilere “dostum”, petro-dolar yağmacılarına “kardeşim” diyenlere?
“Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz.”
Millete ağız dolusu hakaret edenlere?
“Bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir sosyal toplum halinde yaşatan veya bir milleti esaret ve sefalete terk eden şey terbiyedir.”
Siyasetin haline bakın… Millî maça çıkmak için teşvik pirimi pazarlığı yapan futbolcu kılıklılardan geçilmiyor transfer piyasası…
Ata’mın dediği gibi;
“Bir adam ki; memleketin ve milletin mutluluğunu düşünmekten çok kendini düşünür, o adamın değeri ikinci derecedir…”
CEVHER-İ ASLİ MESELESİ
Söylediklerinin en manidarlarından biri:
-Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli’yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin!
Demişti ya hani;
-Hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir!
Ben de diyorum ki;
Hangi hürriyet vardır ki, onu, kelle koltukta, yedi düvelle savaşarak kazanmış bir liderin yaptıklarının tam tersini yaparak korunabilsin…
Tarih böyle bir şuursuzluk kaydetmemiştir!